Saturday, 3 November 2012

kamu ekonomisi ders notu


Kamu Ekonomisi

ÜNİTE -1-

KAMU EKONOMİSİNİN KAPSAMI
Adından anlaşıldığı gibi, kamu ekonomisi, ekonominin bir alt dalıdır ve devletin gelir ve giderleriyle ilgili uygulamaların amaçlarını, gerekçelerini, etkilerini ve sonuçlarını incelemektedir. Örneğin, belirli bir ülkede ne tür vergiler uygulanıyor? Hangi hizmetleri ya da faaliyetleri devlet gerçekleştiriyor ve neden? Savunma harcamaları tüm ülkelerde devlet tarafından yapılıyor. Benzer biçimde yargı sistemi ve örgütü tüm ülkelerde devletin bir parçası ve bu hizmet devlet tarafından yapılıyor. Ya da iç güvenlik hizmetleri de tüm ülkelerde devletin bir parçası ve devlet tarafından görülen bir hizmettir. Bu hizmetler (ülke savunması, yargı, iç güvenlik) zorunlu olarak devlet tarafından gerçekleştirilmektedir. Sağlık ve eğitim hizmetlerinde ise durum biraz farklıdır. Türkiye’de bu iki alanda devletin büyük bir paya sahip olduğu bilinmektedir. Ancak devlet liseleri yanında özel liseler, devlet üniversiteleri yanında vakıf üniversiteleri, devlet hastaneleri yanında özel hastaneler de vardır. Bir başka deyişle hem kamu sektörü hem de özel sektör bu alanlarda faaliyet gösterebilmektedir. Son olarak devletin bankacılık ya da turizm sektörlerinde doğrudan yer almasının, havayolu taşımacılığı yapmasının ya da otomobil üretmesinin yukarıda sayılan hizmetlerin tümünden farklı olduğu da açıkça görülmektedir.

Herhangi bir ülkede hizmetlerin bir bölümünü (savunma, yargı gibi) devletin üretmesi teknik bir zorunluluktur. Bu hizmetlerin piyasa mekanizmasınca üretilmesi olanağı yoktur. Ancak diğer bazı hizmetlerin piyasa mekanizmasına bırakılması mümkün olmakla birlikte, piyasa mekanizması bu hizmetleri üretmekte başarılı (yeterli) olamaz. Bir başka deyişle, belirli hizmetlerin üretiminde devlet zorunlu olduğu için değil, piyasa mekanizmasının işleyişi kaynak ayırımında etkinlik ölçütü açısından yetersiz kaldığı için görev üstlenmektedir.

*Savunma                               *Yargı                             * İç Güvenlik


DEVLETİN BAŞLICA FONKSİYONLARI
Kamu ekonomisi literatürünün en ünlü isimlerinden Richard Musgrave’e (1910-...) göre devletin ekonomik görevleri yada fonksiyonları üç grupta toplanabilir



İSTİKRAR

İstikrar fonksiyonu öncelikle fiyat istikrarı ve tam istihdamla ilişkilidir.Bu fonksiyon özellikle, enflasyonun frenlenmesi ve işsizliğin önlenmesi  amacıyla devletin aktif rol üstlenmesi anlamına gelmekte, ancak bu rolün yerine getirilmesi durgun bir ekonomi içinde olmayacağından, istikrar fonksiyonu istikrarlı büyümeyi de içermektedir.Anlaşılacağı gibi Musgrave ‘e dayanan bu üçlü ayırım devlete minimal görevler yükleyen, devleti sadece klasik fonksiyonlarla sınırlayan, ekonomik sorunların çözümünde yalnızca piyasaya güvenen bir yaklaşım değildir.Piyasa mekanizmasının birçok koşulda yetersiz kalabileceğini, dolayısıyla devlete aktif bir rol düşeceğini öngören bir yaklaşımdır.

GELİR DAĞILIMI 

Piyasa mekanizmasının işleyişine hiç müdahale edilmediğinde ortaya çıkan belirli bir gelir dağılımı vardır ki bu gelir dağılımı genellikle adil bir dağılım değildir.Bu dağılım bireylerarası  sosyal  sınıflararası  ve bölgelerarası dağılım olabilir.Gelir dağılımının belirlenişinde üretim faktörü mülkiyeti,eğitim düzeyi,konjonktür,sendikalaşma ,sosyal konulara ilişkin mevzuat gibi etkenler rol oynamaktadır.Gelir dağılımı yanında servet dağılımı da ayrıca önem taşımaktadır.Gelir dağılımının toplumsal olarak kabul edilebilir  olmadığı bir durumda,ona bağlı olarak doğacak bir kaynak ayrımı etkin olsa dahi,kabul edilebilir olmayacaktır.Gelir dağılımının değerlendirilmesi,  bakış açılarına, adalet anlayışına, sosyo - politik  tercihlere göre değişmektedir.Dolayısıyla devlete gelir ve servet dağılımı açısından yüklenecek fonksiyon ve görevler de, bakış açısına ve tercihlere bağlı olacaktır.

KAYNAK AYIRIMI

Burada söz konusu olan, devletin kaynak (üretim faktörü)kullanımında etkinliğin sağlanması amacıyla rol üstlenmesidir. Bazı hizmetleri piyasa mekanizmasının olanaksız olduğundan söz edilmişti.bu hizmetlere bölünmeyen hizmet ya da pür kamu malı gibi adlar veriyoruz.bu hizmetlerde devletin aktif rol alması zorunluluğu bulunmaktadır.Ancak bunlar dışında başka mal ya da hizmet türleri de devletin aktif rol oynamasını gerektirmektedir. Bunlardan birincisi ,dışsallıklar (dış fayda ya da dış maliyet).İkinci örnek ise ,azalan maliyetlerle çalışan endüstrilerdir (doğal tekel),üçüncü örnek ise rekabetin sağlanması ve tekelleşmenin önlenmesidir.bir başka örnek ,devletin belirli mallar ya da hizmetlerle ilgili olarak bireysel tercihler yerine kendi tercihlerini dayatmasıdır.Paternalist yaklaşım adı verilen bu yaklaşımın pozitif ve negatif örnekleri verilebilir.pozitif örnekler, belirli mal ya da hizmetlerin kullanımının zorunlu tutulması ya da özendirilmesidir.Örneğin, temel öğretimin ya da emniyet  kemerinin zorunlu kılınması gibi.negatif örnekler ise, belirli mal ya da hizmetlerin kullanımının yasaklanması ya da caydırılmasıdır.Örneğin, uyuşturucu ticaretinin ya da belirli bir yaşın altındakilerin alkollü içki satın alınmasının yasaklanması gibi.

POZİTİF-NORMATİF YAKLAŞIM
Gerçek yaşamda devletin hangi rolü oynayacağı sorusu yanıtlanırken iki yaklaşım iç içe geçer. Bunlar pozitif ve normatif yaklaşımdır.

Pozitif Yaklaşım

 Neden-sonuç ilişkisini inceler.  Örneğin, gelir dağılımının hangi etkenlere bağlı olarak eşitliğe aklaştığını ya da eşitlikten uzaklaştığını araştırır. Pozitif yaklaşım veri ve bilgi üretir ve sunar, ilişkilere ışık tutar. Pozitif yaklaşım olabildiğince nesnel bir analize dayanır.
 İlerideki sayfalarda devletin ekonomik fonksiyonları ve görevleri, devlet harcamaları ile devlet gelirleri incelenirken pozitif yaklaşım egemen olacak, neden-sonuç ilişkileri araştırılacaktır. İlk olarak ele alacağımız soru- 4/17
Normatif yaklaşım ise esas olarak tercih yansıtır. Adalet anlayışına, dünya görüşüne, politik bakış açısına bağlıdır: dolayısıyla bireyden bireye, gruptan gruba değişir. Örneğin, belirli bir gelir dağılımına bir birey (grup) adil derken, diğeri adaletsiz diyebilir. Normatif yaklaşım bir değerlendirme ve tercih içerdiği için, kural ya da hedef koyar. Örneğin, bölgelerarası gelir dağılımı hakkında “düzeltilmeli” ya da öncelikler arasında değil” yargısını belirtir. Normatif yaklaşımda devletin belirli bir görevi yapmaması ya da yapması biçiminde bir tercih vardır. Normatif yaklaşım değer yargılarına, sübjektif bakış açısına dayanır. İlerideki sayfalarda devletin ekonomik fonksiyonları ve görevleri, devlet harcamaları ile devlet gelirleri incelenirken pozitif yaklaşım egemen olacak, neden-sonuç ilişkileri araştırılacaktır. İlk olarak ele alacağımız soru da, devletin ekonomi içindeki yerinin ölçülmesidir.

 ilerideki sayfalarda devletin ekonomik fonksiyonları ve görevleri, devlet harcamaları ile devlet gelirleri incelenirken pozitif yaklaşım egemen olacak, neden-sonuç ilişkileri araştırılacaktır. ilk olarak ele alacağımız soru da, devletin ekonomi içindeki yerinin ölçülmesidir. 

KAMU KESİMİ VE BÜYÜKLÜÜNÜN ÖLÇÜLMESİ
Kamu ekonomisi araştırmalarında en çok ilgi çeken konulardan biri, kamu kesiminin büyüklüğünün ölçülmesidir. Bu konudaki araştırmalar kamu kesiminin büyüklüğünün ne gibi değişkenlere bağlı olarak belirlendiğini inceler, ülkelerarası karşılaştırmalara başvurur, zaman içindeki değişimlerin belirli bir trend oluşturup oluşturmadığını inceler. En çok başvurulan iki yöntem; tek bir ülkenin uzun bir dönemi kapsayan verilerini ortaya koyan zaman serileri yöntemi ve tek bir dönemde farklı gelişmişlik düzeylerindeki çok sayıdaki ülkenin verilerini kullanan kesit analizi yöntemidir. Birinci yöntemde örneğin, Türkiye’nin 40-50 yıllık verilerinden hareketle kamu harcamalarında belirli bir artış trendi olup olmadığı araştırılır. İkincide ise örneğin, 2002 yılı için 50-60 ülkenin verilen kullanılarak harcamalarda artış ilişkisi araştırılır.
Uluslararası karşılaştırmalar da devlet harcaması ya da kamu harcaması kavramları yukarıda açıklanan kapsamda ve anlamda kullanılmaktadır. Gerek toplam devlet  harcamaları ile ilgili, gerek savunma, yargı, sağlık, eğitim gibi belirli alanlara yönelik devlet harcamaları ile ilgili olarak iki tür ölçüden yararlanabiliriz: Mutlak sayılar ve oranlar. Amaca göre iki tür ölçü de yararlı olabilir. Ancak daha açıklayıcı olan, devlet harcamalarının ekonomi içindeki yeri hakkında bilgi veren oranlardır.


Toplam Devlet Harcaması
Toplam devlet harcaması, bir yıllık tutar olarak ifade edilir. Benzer biçimde devletin yaptığı toplam eğitim harcaması ya da toplam sağlık harcaması yıllık bir tutarı gösterir ve para birimi olarak öncelikle yerli para birimi kullanılır. Cari fiyatlarla ifade edilen tutarlar nominal tutarlardır. Nominal tutarlar enflasyonun etkisini taşıdığından yıllar arasında karşılaştırma yaparken nominal tutarların kullanılması son derece yanıltıcıdır. Dolayısıyla nominal tutarların reel (sabit) tutarlara dönüştürülmesi gerekir. Bunun anlamı, cari fiyatlar yerine sabit fiyatların kullanılması, yani enflasyonun etkisinin giderilmesidir. Bu da belirli bir yıl temel (baz) alınarak tüm yıllara ait değerlerin temel (baz) yılın fiyatlarıyla ifade edilmesi demektir. Devlet harcamalarının ya da devlet gelirlerinin nominal tutarları biliniyorsa, bu tutarları reel tutarlara dönüştürebilmek için döneme ait fiyat değişmelerini bilmemiz gerekmektedir. Fiyat değişmeleri yıllık fiyat değişim oranı olarak ya da bir fiyat indeksi biçiminde olabilir.


Örneğin, belirli bir alandaki (savunma, eğitim vb.) devlet harcaması 700 trilyon TL’den 950 trilyon
TLye çıkmış olsun. Aynı dönemde fiyat artış hızının %30 olduğu biliniyorsa, reel harcama ne yönde ve
hangi oranda değişmiş olacaktır? Bu sorunun yanıtlanmasında en basit yol şudur: Fiyatlar genel
düzeyi %30 yükseldiğine göre, geçen yıl 700 trilyon TL olan tutar da %30 artsaydı, 910 trilyon TL’ye
çıkardı. Halbuki bu tutarın 950’e çıktığı bilinmektedir. (950/910)=1.044 olduğuna göre, reel
harcamada %4.4’e yakın bir artış olmuştur.



Birey Başına Devlet Harcaması
Mutlak sayıların kullanıldığı ikinci bir ölçü tipi, birey başına ifade edilen tutarlardır. Örneğin, birey başına devlet harcaması ya da birey başına askeri harcama gibi. Bu sayıların bulunması toplam harcamanın nüfusa bölünmesiyle olur. Bu sayılar da cari fiyatlarla ve sabit fiyatlarla ifade edilebilir. Yıllar arası karşılaştırmalarda sabit fiyatlara dayanan reel tutarların kullanılması gerekmektedir. Mutlak sayılar öncelikle ulusal para birimiyle ifade edilir. Ancak uluslar arası karşılaştırmalarda ortak bir para biriminin kullanılması gerekeceği açıktır. Bu para birimi çoğunlukla ABD Doları olmaktadır. Bu noktada kullanılacak kur önem kazanmaktadır. Kurun büyük sıçramalar gösterdiği yıllar yanıltıcı sonuçlar verebilir. 
Ulusal para birimiyle ifade edilen tutarlar dolara çevrilirken çoğunlukla cari döviz kuru kullanılması durumunda da yanıltıcı sonuç çıkabilir. Çünkü, Doların satınalma gücünün farklı ülkelerde hayli farklı olduğu gerçeği göz ardı edilmekteciir. Özellikle gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında nispi fiyatlar hayli farklıdır ve Doların satınalma gücü gelişmekte olan ülkelerde daha yüksektir. Bu sorunu aşmak amacıyla satınalma gücü paritesi (purchasing power parity) kullanılır. Örneğin, birey başına eğitim ya da sağlık harcaması ile ilgili olarak uluslararası karşılaştırma yaparken, satınalma gücü paritesine göre hesaplanmış tutarların kullanılması daha doğrudur.
Mutlak sayılar (ister toplam, ister birey başına olsun) ekonominin diğer büyüklüklerinden soyutlanmıştır, dolayısıyla tek başlarına taşıdıkları anlam sınırlıdır. Devletin ekonomideki göreli yerine ve rolüne ışık tutmak bakımından oranlar daha aydınlatıcıdır. Aşağıda bu konudaki en önemli oranlar açıklanmaktadır.



Toplam Devlet Harcamasının GSMH’ye Oranı
En yaygın olarak kullanılan oran toplam devlet harcamasının gayrisafı milli hasılaya oranıdır. Bu orandan yararlanarak yapılan çok sayıda araştırmanın ortaya koyduğu sonuçlardan en önemlileri şunlardır:




Devlet Gerçek Harcamalarının GSMH’ye Oranı
Önceki sayfada toplam devlet harcamasının GSMH’ye oranı ele alınmıştı. Devlet harcamalarının tümü aynı nitelikte olmadığından, konuyu biraz daha ayrıntılı olarak ele almak gerekmektedir. Devlet harcamaları birçok açıdan sınıflandırabilir. Yaygın olarak kullanılan ayırımlardan biri ekonomik ayırımdır. Ekonomik ayırımda devlet harcamaları ekonomik niteliklerine göre üç grupta toplanır.

Cari Harcama
Cari harcama varolan sermaye stokunu kullanarak mal ve hizmet üretimi yapmak amacıyla gerçekleştirilen harcamalardır.



Yatırım Harcaması

Yatırım harcaması ise, var olan sermaye stokuna yapılan eklerdir, yani ekonominin sermaye stokunu büyüten harcamalardır.



Transfer Harcaması

Transfer harcamasında ise bir mal ya da hizmet alımı söz konusu olmayıp satın alma gücü devletten birey ya da kuruluşlara aktarılmaktadır. Transfer harcamasının, tipik örnekleri emekli maaşı, işsizlik tazminatı, burslar vb.dir. Transfer harcamalarına karşılıksız harcama da denilmektedir. Transfer harcaması ile gerçek harcamanın temel farkı,
ilkinde devletin piyasadan doğrudan bir talepte bulunmaması ve transfer ödemesini alanların

Dikkat edilirse, gerek yatırım, gerek cari harcamada mal ve hizmet satın alınması söz konusudur. Bu nedenle cari harcama ile yatırım harcamasının toplamına gerçek harcama (Mal ve Hizmet Satın Alımına Yönelen Harcama) denilmektedir.


Devlet Gerçek Harcamalarının GSMH’ye Oranı
Önceki sayfalarda devlet harcamalarının sınıflandırılmasında ekonomik ayırım açıklanmıştı. Bir diğer sınıflama da fonksiyonel ayırımdır. Fonksiyonel ayırımda başlıca üç grup söz konusudur: Yönetsel (idari) harcama, ekonomik harcama, sosyal harcama Burada ayırım ölçütü harcamanın amacı ya da alanıdır. Örneğin, yasama, güvenlik gibi alanlara yapılan harcamalar yönetsel harcama; baraj, yol yapımı gibi harcamalar ekonomik harcama; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik harcamaları da sosyal harcamalardır. Anlaşılmaktadır ki, sosyal harcama grubu içinde cari ve yatırım harcaması bulunacağı gibi transfer harcaması da bulunmaktadır. Burada önemli bir noktaya daha değinmek gerekmektedir. 0 da, devlet harcamalarının GSMH’ye oranı ölçüsünde pay ve paydanın aynı türden olmadığı konusudur. Pay devletin her türlü harcamasını kapsamaktadır. GSMH ise GSYİH ile yurtdışından gelen mülk gelirinin toplamına eşittir. Devlet harcaması transfer harcamasını da kapsadığına göre ve transfer ödemesini elde eden birey ve kuruluşlar bunu daha sonra kullanacaklarına göre devlet harcaması artı özel harcama toplamı GSMH’yi aşacaktır. Bu nedenle toplam devlet harcamasının GSMHye oranının %40 olduğu bir ekonomide özel harcama payının %60 olacağını düşünmek yanlış olur.


DevIet Gelirlerinin GSMH’ye Oranı
Devletin ekonomi içindeki yerini anlamak için devletin topladığı gelirlerin GSMH’ye oranı da anlamlı bir ölçüdür. Devlet gelirleri devletin egemenlikten kaynaklanan, dolayısıyla gönüllü ekonomik ilişkiye değil, zora ve yaptırıma dayanan gelirleridir. Başlıca örneği vergidir. Harç, resim, sosyal sigorta kesintisi, fon kesintisi, para cezası vb. de bu grupta yer alır.


Vergi Gelirlerinin GSMH’ye Oranı
Devlet gelirlerinin büyük bölümünü oluşturan vergi gelirinin GSMI-l’ye oranı da yaygın biçimde kullanılan bir orandır. Bir önceki orana göre daha küçük olması tanım gereğidir. Çünkü, toplam devlet geliri vergi gelirinden daha geniş kapsamlı, dolayısıyla daha büyüktür. Bu oran, hesaplanırken, vergiyle aynı ya da benzer nitelikte olup adı vergi olmayan devlet gelirlerinin durumu önem taşımaktadır. Örneğin, uluslararası istatistiklerde söz konusu oran sosyal güvenlik kesintilerini de kapsar.
Toplam İstihdamda Devletin Payı
Harcama ve gelirlerden oldukça farklı bir ölçü devletçe istihdam edilenlerin toplam istihdamdaki payıdır. Bu oran, daha önceki oranlardan nitelik olarak farklı olduğu gibi nicelik olarak da farklıdır. Özellikle sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik hizmetleri yaygınlaşmış ve büyük ölçüde devlet tarafından sunulmakta olduğundan devletçe istihdam edilenlerin oranı yükselmiştir.


Toplam Yatırımlar İçinde Devletin Payı
Sabit sermaye yatırımları sermaye stokuna yapılan eklemelerdir. Her ekonomide yatırımların bir bölümünün devlet kanalıyla finanse edilmesi zorunludur. Çünkü, en azından piyasa mekanizmasına konu olmayan iç güvenlik, yargı, savunma gibi alanlarda ve altyapının büyük bölümünde yatırımlar ancak devletçe gerçekleştirilir. Devlet yatırımları ile özel yatırımlar arasında iki türlü ilişki söz konusudur: Tamamlama ilişkisi ve rekabet ilişkisi. Örneğin, devletçe yol yaptırılması sonucunda ulaşım kolaylaşır ve ucuzlar, maliyetler düşer, pazar büyür ve özel yatırımlar özendirilmiş olur. Bu, tamamlama ilişkisidir. Öte yandan devlet yatırımları ile özel yatırımlar aynı tasarruf havuzundan beslenir ve devlet yatırımlarının bir dereceden fazla genişlemesi faizleri yukarı iter ve özel yatırımların yavaşlamasına ya da gerilemesine neden olur. Bu da rekabet ilişkisidir.


Toplam Yatırımlar İçinde Devletin Payı
              Devletin ekonomiye etkide bulunma yöntemlerinden ve kanallarından bazıları yukarıdaki ölçülerde hiç
görülemez. Bunlardan biri devletin para basma olanağıdır. ikinci önemli konu devletin regülasyon (düzenleme ve denetleme) gücüdür. Örneğin, emek gücü için asgari ücret, belirli tarımsal ürünler için taban fiyat, kimi ürünler için
tavan fiyat belirleme, döviz kuru ve faiz haddini saptama ya da yönlendirme gibi birçok imkan devletin elindedir.  Dolayısıyla d evl et harcamalarının GSMH’ye oranının düşük olduğu bir ekonomide devlet piyasalara regülasyon
yoluyla çok müdahale edebileceği gibi, söz konusu oranın yüksek olduğu bir ekonomide devletin piyasalara müdahalesi çok düşük düzeyde olabilir.


TÜRKİYE VERİLERİNE BAKIŞ
Daha önce açıklanan ölçülerin bir bölümünü kullanarak Türkiye ekonomisinin son dönemine bakmak yararlı olacaktır. Tablo 1 .2’de 1994-2001 döneminde konsolide bütçede yer alan devlet harcamaları ile devlet gelirlerinin gelişimi gösterilmektedir. Görüleceği üzere gerek devlet harcamalarının, gerek devlet gelirinin GSMH’ya oranında önemli bir artış olmuştur. Konsolide bütçe açığında çok ciddi bir genişleme doğmuştur.


TÜRKİYE VERİLERİNE BAKIŞ
Türkiye’de kamu harcamalarında önemli bir artış nedeni 1 980’lerin ortalarında hızlanmış olan borçlanma süreci nedeniyle faiz harcamasında görülen sıçramadır. Tablo 1.3 bu gelişmeyi göstermektedir. Tablo 1 .3ten açıkça görüldüğü gibi son yıllarda transfer harcaması gerçek harcamanın hayli üstüne çıkmış, hatta 2001’de iki katını aşmıştır. Burada önemli nokta, transfer harcamalarının büyük bölümünü gelişmiş ülkelerdeki gibi sosyal amaçlı transferlerin değil, faizlerin oluşturmasıdır. 2001 yılında tek başına faiz giderinin gerçek harcamadan %67 daha büyük oluşu dikkat çekicidir. Tablo 1.2’nin gösterdiği konsolide bütçe açığı ile Tablo 1.3’ün gösterdiği faiz yükü Türkiye’de kamu maliyesinin en önemli iki sorunudur.


                                                            

ÜNİTE -2-

PİYASA EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ MODELİ
Tam rekabetçi piyasalar toplumsal refahı en üst düzeye çıkaracağı koşulları ve kuralları biçimlendirmiştir. Bu ünitede böyle bir ideal dünyanın haritasını ortaya koymamızın
amacı, daha sonraki ünitelerde
inceleyeceğimiz gerçek dünyada meydana gelen sapmaları daha iyi anlamam ızı
sağlamaktır. Bu sapmaların sonucu olarak da devlete bazı görevler yüklenmesi
kaçınılmaz olmaktadır.

EKONNOMİDE ETKİNLİK VE ADALET KAVRAMLARI
İktisada Giriş dersinden hatırlayacağınız gibi ekonomi biliminin konusu, sınırlı kaynaklar alternatif kullanım alanları arasında nasıl dağıtılırsa, toplumların refahının ve zenginliğinin en üst düzeyde gerçekleşeceğini araştırmaktır. Ancak ekonomik etkinlik kadar önemli bir kavram da, adalettir. Bu kavram da ekonomide çok tartışılmaktadır.
Etkinlik Üretim faktörleri çeşitli malları üretmek için sektörler arasında, üretilen mallar da tüketiciler
arasında paylaştırılır. Üretim d e etkin 1 i k kavramına göre, üretim faktörleri çeşitli sektörler arasında o şekilde dağılmıştır ki, artık herhangi  bir üretim faktörünü bir sektörden başka bir sektöre kaydırarak daha fazla ürün elde etme imkanı yoktur. Aynı şekilde, tüketimde etkinlik kavramına göre ise, üretilmiş olan mallar tüketiciler arasında o şekilde dağılmıştır ki, artık malları bireyler arasında yeniden dağıtarak en az bir bireyi daha iyi duruma getirme imkanı yoktur. Pareto etkinlik olarak tanımlanan bu durum, refah ekonomisinin kabul ettiği etkinlik kriteridir 
EKONOMİDE ETKİNLİK VE ADALET KAVRAMLARI
Neoklasik ekonomi teorisi, piyasa
mekanizmasının, tam rekabet koşulları altında ve ekonomik adam (homoeconomicus) modeline dayanarak, etkin kaynak ayırımını otomatik olarak gerçekleştireceğini gösterir. Bu teori, piyasaların tam olarak işlediği, diğer bir deyişle piyasa aksaklıkların in olmadığı modellerdir. Tam rekabet koşullarından bazıları sağlanmadığında, piyasa hiç çalışmaz veya çalışsa da en fazla toplumsal faydayı yaratacak düzeyde mal ve hizmet üretiminin yapılmasını sağlamaz. Piyasaların aksamasındaki birinci örnek bazı mal ve hizmetlerde piyasaların ortaya çıkmamasıdır. Piyasaların ortaya çıkmamasının nedeni bireylerin taleplerini açıklayamamalarıdır. Çünkü bu mal/hizmetler nitelikleri gereği, tek tek bireylere değil tüm topluma sunuluşlardır.


EKONOMİDE ETKİNLİK VE ADALET KAVRAMLARI
Diğer bir piyasa aksaklığı durumu ise, piyasanın var olduğu ve çalıştığı, ancak bazı fayda veya maliyetleri göz önüne almadığı için optimal üretim düzeyinin altında veya üstünde üretim yapılmasına neden olduğu durumdur.  Bunun altında yatan neden, özel fayda ile  toplumsal faydanın (aynı şekilde özel maliyet ile toplumsal maliyetin) farklılaşmasıdır.
Piyasa, özel fayda ve özel maliyetleri göz önüne alarak çalışır. Örneğin eğitim hizmetinde, bireysel faydalara ilave olarak topluma yayılan faydalar varsa, özel taleplere göre üretim yapan piyasa, toplumsal talebi göz önüne almadığı için, optimal miktarın altında üretim yapılmasına neden olacaktır. Aynı şekilde, çevreyi kirleterek üretim yapan bir
işletme, topluma yayılan maliyetleri göz önüne almayan ve sadece kendi içsel maliyetlerine göre üretim yapan firma, optimal miktarın üzerinde üretim yapacaktır. Bu durum kamu maliyesinde dışsallıklar olarak adlandırılır.

 EKONOMİDE ETKİNLİK VE ADALET KAVRAMLARI


Piyasa aksaklığına dayalı olarak kamu göreve çağrıldığında, kamu kesiminde de etkinliği sağlanması gerekir. Bunun sağlanması için, birinci olarak, bireylerin taleplerinin kamusal talebe dönüşmesini sağlayan karar mekanizmalarının çok iyi çalışması gerekmektedir. İkinci olarak, toplumun ter eri doğru olarak oluştuktan ve kamunun arz birimlerine bildirildikten sonra, bunların to etkin bir şekilde arz edilmesidir.


Adalet
Adalet kavramının nasıl tanımlandığı ve bağlı olarak piyasa ekonomisinin işleyişi sürecinde ortaya çıkan gelir dağılımının a - gelir dağılımı olup olmadığı konusu, refah ekonomisinin konuları arasındadır. Sosya et kavramı üzerindeki görüşleri, başlıca iki temel yaklaşım etrafında toplayabiliriz. Ayrımlardan bir tanesi, bir ekonominin ortaya çıkardığı sonuçların adil olmasını teme Buna göre, adalet kavramı iki biçimde tanımlanabilir. Birincisi, eşitlikçi görüştür; göre, kaynakların uçlarda değil, ortalama bir dağılım içinde olması gerektiği düşün İkinci görüşte ise adalet, eşitlikten ziyade hakkaniyet kavramını ön plana çıkartır.  Yaklaşımda herkesin hak ettiği geliri elde etmesi ile mümkündür. Buna göre, az çalT az kazandığı, çok çalışanın çok kazandığı bir gelir dağıtım mekanizması adildir.
İkinci temel yaklaşım ise adaleti fırsat e ile tanımlayan yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, bir ekonomide nihai aşamada gelit asıl dağıldığı önemli değildir. Önemli olan bütün bireylerin gelir elde etmek için eşit fırsatlara sahip olmalarıdır. Bu yaklaşıma göre, eğer fırsat eşitliği sağlanıyorsa, ortaya çıkan gelir dağılımı adil (eşitlikçi olmasa bile) olarak kabul edilir.



PİYASA EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ MODELİ VE
TOPLUMSAL REFAHIN ENÇOKLAŞTIRILMASI
Neo-klasik ekonomi teorisi kapsamında, rekabetçi piyasaların nasıl çalıştığını ve bunun toplumsal refaha ilişkin sonuçlarının neler olabileceğini saptamak.

Rekabetçi Dengenin Sağlanması

Neoklasik ekonomi teorisi, tam rekabet koşulları ve ekonomik adam  modeline dayalı olarak  rekabetçi dengenin nasıl oluştuğunu incelemiştir. Ekonomik adam modeline göre birey rasyoneldir ve yaptığı seçişlerde kendi çıkarını (tüketici ise fayda, üretici ise kar) ençoklaştırma dürtüsü ile davranır. Tam rekabetçi denge modelinde, piyasalarda tam rekabet koşulları egemendir ve tüm tüketici ve üreticiler ekonomik adam modeline göre davranırlar. Bunun sonucunda oluşan tüketici ve üretici dengeleri bütün piyasaların dengeye gelmesini sağlar. Tüketici dengesi, tüketici bütçe kısıtı altında kendisine en yüksek faydayı sağlayacak olan mal bileşimini seçtiğinde gerçekleşir. Üretici dengesi ise, üreticinin, iki üretim faktörü arasında, bu üretim faktörlerinin maliyet kısıtı altında, maksimum üretimi sağlayan faktör bileşimini seçmesi ile gerçekleşir. Tam rekabetçi denge modelinde, tüketiciler, fayda maksimizasyonu yaptıkları mal/hizmet bileşimi ile, üreticilerin maliyet minimizasyonu yaptığı üretim miktarları eşit değilse, yani herhangi bir nedenle arz fazlası veya talep fazlası varsa, fiyatlar aşağıya veya yukarıya doğru hareket ederek dengeyi sağlarlar. Kısaca, fiyat mekanizması, bu miktarların denge üretim miktarları olmasını yani arz ve talebin
eşitenmesini sağlamak.





Pareto Optimallik Kriterleri

Piyasa mekanizmasının işleyişi sonucunda ortaya çıkan kaynak dağılımının etkin 1 olup olmadığına ilişkin temel kriter, Pareto optimallik kriteridir. Buna göre, eğer, kaynakları yeniden dağıtarak, hiç kimsenin refahını azaltmadan en az bir bireyin refahını artırmak mümkün değil ise, kaynak dağılımı Pareto optimaldir. 0 halde, Pareto optimallik noktalarına varılması aşamasına kadar yapılan her iyileştirme Pareto iyileştirme olacaktır. Örneğin, bir ülkede yeni maden kaynaklarını harekete geçirerek daha fazla metal boru Üretilebiliyor ise bu bir Pareto iyileştirmedir. Ancak, artık, mevcut kaynaklar ile daha fazla metal boru üretmek için, örneğin, otomobil üretiminden vazgeçmek gerekiyor ise (diğer herşey sabit iken) Pareto optimum bir duruma varılmış olduğunu söyleyebiliriz.  Pareto optimallik koşulları değişimde etkinlik üretimde etkinlik ve ürün karması olmak üzere üç düzeyde incelenmektedir.





PİYASA EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ MODELi VE TOPLUMSAL REFAHIN ENÇOKLAŞTIRILMASI
ı Tam rekabet koşulları altında varılan her rekabetçi denge aynı zamanda bir Pareto optimallik noktası olması, refah ekonomisinin birinci temel teoremi olarak adlandırılır. Ekonomide, Pareto etkin olmayan bir noktadan Pareto etkin bir noktaya hareket ederken, yani bir Pareto iyileştirme yaparken, bu iyileştirme gerçek Pareto veya potansiyel Pareto iyileştirme şeklinde olabilir. Gerçek Pareto iyileştirmenin anlamı, Pareto optimal bir dağılıma, hiç kimsenin refahını azaltmadan ulaşmaktır. Potansiyel Pareto iyileştirmede ise, Pareto etkin olmayan bir noktadan Pareto etkin bir noktaya bir bireyin refahını azaltmak pahasına ulaşılır.

SOSYAL REFAH FONKSİYONLARI
Pareto optimallik koşulları, bir ekonomide kaynakların en verimli oldukları alanlarda kullanılmaları gerektiğini gösterir. Ancak, bunun sonucunda ortaya çıkacak olan gelir dağılımının adil olup olmayacağı konusunda herhangi bir ipucu vermez. Piyasa mekanizmasının işleyişi sonucunda, bazı bireyler veya gruplar daha zengin, bazıları daha fakir kalabilirler.
Neoklasik ekonomi teorisi ve günümüzde bu teoriye dayanan liberal ekonomi anlayışı, devletin gelir dağılımını düzeltmek için fiyatlara (gerek malların gerekse üretim faktörlerinin) müdahale etmesine kesinlikle karşıdır.
Gelir dağılımının adil olmayan sonuçlar verdiği bir piyasa
işleyişinde devletin müdahale biçimi nasıl olmalıdır?

işte bu noktada, şu sorular ortaya çıkmaktadır: “Toplum tarafından istenen gelir dağılımı nasıl bir gelir dağılımı olmalıdır?” veya “Bir gelir dağılımının adil olup olmadığına hangi kriterlere göre karar verilmelidir?” Bu sorulara verilen cevaplar bizi sosyal refah fonksiyonu kavramına götürmektedir. Bu çerçevede başlıca iki tür sosyal refah fonksiyonu tanımlanmaktadır. Faydacı sosyal refah fonksiyonu ve Rawls’çu sosyal refah fonksiyonu.


Faydacı (Bentham) Sosyal Refah Fonksiyonu
19.Yüzyıl filozoflarından Jeremy Bentham (1744- 1832), refah ekonomisinin felsefi temelini
oluşturan faydacı felsefenin kurucusudur. Faydacı felsefe, üç temel ilkeye dayanır. Birinci ilkeye göre, toplumun bir sosyal durumdan birdiğer sosyal duruma geçmesinin iyi ya da kötü olarak değerlendirilmesi bu durumun bireylere sağladığı refah ile ölçülür. Ikinci ilkeye göre, sonuç önemlidir; herhangi bir sosyal durum yarattığı sonuç ile değerlendirilir. Eğer sonuçta toplam refah artıyorsa o durum iyi kabul edilir. Üçüncü ilkeye göre ise, toplumun refahı tek tek bireylerin faydalarını n toplamına eşittir. Herhangi bir politika sonucunda, bazı bireylerin faydası azalmış olsa dahi, toplam fayda artıyor ise bu durum, toplum tarafından kabul edilebilir bir politika olmalıdır. Bu son ilke klasik faydacı görüşün en temel ilkesidir. Faydaların toplanması, faydaların ölçülebilir ve karşılaştırılabilir olduğu kabulüne dayanmaktadır ki refah ekonomisi 1930’lu yıllara kadar bu ilkeyi kabul etmiştir.

Daha sonraları, yeni refah ekonomisi içinde faydaların ölçülebilir ve karşılaştırılabilir değil, sıralanabilir olduğu görüşü giderek daha fazla kabul görmeye başlamıştır. Sosyal refah fonksiyonları da, bireylerin faydalarını gösteren kayıtsızlık eğrileri gibi, toplumun farklı sosyal durumlar arasındaki tercihlerini gösteren sosyal kayıtsızlık eğri le ri d ir.

 Sosyal refah fonksiyonu, birinci bireyin faydası ile ikinci bireyin faydası arasında kayıtsız olduğu noktaları gösteren bir refah  fonksiyonudur. Bu tür klasik sosyal refah fonksiyonu, Bergson-Samuelson soysal refah fonksiyonu olarak anılır. Bergson Samuelson sosyal refah fonksiyonunun Bentham tipi sosyal refah fonksiyonundan tek farkı, sosyal refahın bireylerin faydalarının toplanması ile değil, toplumun tercih sıralanması ile bulunmasıdır.

Rawls’çu Sosyal Refah Fonksiyonu

Bir filozof ve hukukçu olan John Rawls (1921- 2002), ekonomistlerin ve maliyecilerın uzun zamandır arayış içinde oldukları bir adalet kıstasına cevap getirmiştir. Bir sosyal politika değişikliği, toplumda bazı bireylerin refahını artırırken bazılarınınkini azaltıyorsa, bunun adil olup olmadığına nasıl karar verilecektir? Rawls’a göre, bir politika, toplumda en kötü durumdaki bireylerin refahını artırıyor ise bu kabul edilebilir bir politikadır. Bu sonuç, Rawls’un kendi adalet teorisi içinde belirli varsayımlardan yola çıkarak ulaştığı bir ilkedir (farklılık ilkesi).
Toplumda A bireyinin refahı 200, B bireyinin refahı 400 birim olsun. Uygulanan sosyal veya ekonomik bir politika sonucunda A, 250 birim faydaya ulaşırken, B, 300 birim fayda düzeyine iniyor ise, bu durum Bentham’cı sosyal refah fonksiyonuna göre kabul edilemez, Rawls’çu sosyal refah fonksiyonuna göre ise kabul edilebilir bir durumdur.

ÜNİTE -3-

PİYASA AKSAKLIKLARI VE DEVLETİN EKONOMİK RASYONELİ
Piyasalar, belirli varsayımlar ve koşullar altında, kaynakları en etkin dağıtan mekanizma olarak görülmektedir. Ancak, bu koşullar her zaman geçerli olmamaktadır. Eğer böyle olsaydı, ekonomik anlamda devletin varlığına gerek olmazdı. Piyasa aksaklıkları olarak adlandırılan durumlarda, piyasa ya hiç çalışmaz, ya da Pareto optimumu dışında sonuçlar
yaratır; öyle ki özel optimum ile sosyal  optimum farklı noktalarda oluşur.


DEVLETİN EKONOMİK FONKSİYONLARI
 Piyasa ekonomisinin kurumları ve kuralları ile son derece gelişmiş olduğu toplumlarda bile, mutlaka kamu kesiminin ve kamu ekonomisinin ekonomide belirli bir orana sahip olduğunu görmekteyiz. Bunun nedeni, bazı hizmetlerin piyasa içinde arzının mümkün olmaması veya kollektif olarak arzının daha etkin olmasıdır.
Devletin ekonomideki payı, ülkelerin tarihsel olarak sahip oldukları siyasi, sosyolojik ve diğer
özelliklere bağlı olarak değişiklikler gösterebilir.

Piyasa aksaklıkları, neoklasik temele dayanan maliye teorisinin analiz alanı içinde, devletin varlık nedeni olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre etkin kaynak ayırımını sağlayan mekanizma esas olarak piyasadır, ancak piyasa mekanizmasının aksadığı durumlarda kamu ekonomisi ortaya çıkmaktadır.


DEVLETİN EKONOMİK FONKSİYONLARI
Kamu maliyesinin önemli teorisyenlerinden R. Musgrave’in devletin fonksiyonlarına ilişkin olarak yaptığı aşağıdaki sınıflandırma maliye yazınında oldukça önemli ve yol açıcı olmuştur.


DEVLETİN KAYNAK AYIRIM INA İLİŞKiN ROLÜ
Bir piyasa ekonomisinde, devletin kaynak ayırımı üzerindeki rolü, piyasa aksaklıkları ile birlikte ortaya çıkar. Piyasa mekanizmasının bazı hizmetlerin üretilmesi ya hiç mümkün olmaz veya üretilen hizmetin düzeyi sosyal optimumun altında veya üstünde olabilir. Piyasa mekanizmasının etkin kaynak ayırımını sağlayamaması birçok nedene bağlı olabilir. Aşağıda bunlar daha yakından incelenmektedir.

Piyasa mekanizması kaynak ayırımında etkinliği sağlıyor olsa bile, bunun sonucunda ortaya çıkan gelir dağılımı, kabul edilen herhangi bir adalet ölçüsüne göre, adil olmayabilir. Çoğu zaman, kaynakların etkin, yani en verimli oldukları alanlarda kullanılmasını sağlayan durum, gelir dağılımında bozulmaya ve adaletsizliğe yol açmaktadır. Ünite 2’de gördüğümüz gibi, neoklasik ekonomi teorisine dayalı refah ekonomisinin ikinci temel teoremi, devlete gelir dağılımını düzeltme rolü vermekte, ancak, bunu kaynak ayırımını bozmadan yapması için bazı koşullar öne sürmekteydi. Örneğin, tek bir malı vergilendirmek mallar arasındaki dengeyi bozacak veya ücretleri yüksek oranda vergilendirmek insanları çalışmaktan alıkoyabilecektir.
Piyasanın bazı bireyleri daha zengin, bazı bireyleri daha fakir yapması kuvvetli bir ihtimal olarak her zaman vardır. Demokratik toplumlarda, bu durumun ortaya çıkmaması veya ortaya çıktıktan sonra düzeltilmesi için bazı kurumsal
düzenlemeler yapılmıştır.


 DEVLETİN GELİR DAĞILIMINA İLİŞKİN ROLÜ
Bilindiği gibi, piyasa, devletin hiçbir müdahalesi olmadığı durumda, belirli bir gelir dağılımı yaratmaktadır. Buna fak törel gelir dağılımı veya birincil gelir dağılımı adı verilmektedir. Bu aşamada, üretim sürecine katılan üretim faktörleri üretim sonucunda kendi faktör paylarını gelir olarak almaktadırlar. Devlet, bu birincil aşamada gelir dağılımına bazı araçlarla müdahale edebilir. Devlet, bu aşamada gelir dağılımını vergi ve sübvansiyon gibi araçlarla değiştirebilir. Bu duruma gelirin yeniden dağılımı veya ikincil gelir dağılımı adı verilmektedir.
Sonuç olarak, devletin gelir dağılımı rolü, gerek birincil gerekse ikincil gelir dağılımı aşamasında ortaya çıkmaktadır. Her iki düzeyde, gelir dağılımını istenilen düzeyde değiştirmek amacıyla kullanılan araçlar farklılık göstermektedir.


PİYASA AKSAKLIKLARI

















DEVLETİN MÜDAHELE ARAÇLARI





Bİrincil Gelir Dağılımı Araçları
Devletin, piyasaya, gelirin dağılması aşamasında müdahalesi daha çok yasal düze nI e m e ler yapma yoi u yI a gerçekle ş ir. Birincil gelir dağılımı, yani üretim faktörlerinin gelirden aldıkları paylar, özellikle emek piyasasına ilişkin olarak yapılan yasal düzenlemeler ile etkili bir şekilde değiştirilebilir ve tamamen piyasanın kendi işleyişine bırakıldığı duruma göre daha adil bir gelir dağılımı elde edilebilir. Bunun en tipik örneği asgari ücret yasaları olarak gösterilebilir. Bu uygulamayla devlet, ücretlerin belirli bir düzeyin altına inmesine izin vermez ise, emek faktörünün geliri olan ücretin milli gelir içindeki payını artırmış ve birincil gelir dağılımı içindeki yerini düzeltmiş olacaktır. Birincil gelir dağılımı
aşamasında etkili olan bir diğer yasal  düzenleme ise, devletin toprak reformu yoluyla, önemli bir üretim faktörü olan
toprağın dağılımını değiştirmesidir.


 Bilincil Gelir Dağılımı Araçları
Devletin, piyasada oluşmuş olan gelir dağılımını bazı araçlarla değiştirerek, daha adil kabul edilen bir gelir dağılımı oluşturması ikincil gelir dağılımı olarak adlandırılır. kincil gelir dağılımının en önemli araçları vergi ve sübvansiyonlardır. Devlet, bazı vergileme teknikleri ile yüksek gelirli bireyleri daha fazla vergilendirebilir. Bu teknikler içinde en çok kullanılanı artan oranlı vergi tarifesidir. Aynı zamanda muafiyet istisna ve indirim gibi bazı tekniklerle, düşük
gelirlilerin çok az vergi ödemesi veya bazı ülkelerde hiç ödememesi, bunun yanında çeşitli s ü b van si yon la rd an yararlanması, gelirin yeniden dağılımı fonksiyon unu güçle n d i ren uygulama la rdı r.  Devletin bireysel gelir dağılımını değiştirmek için kullandığı araçlardan bir diğeri yoksullara yapılan sosyal yardımlardır.  Bu harcamalar kamu bütçesi
içinde sosyal transfer harcamaları olarak adlandırılır. Bunlar nakdi (parasal) veya ayni (mal olarak) olabilir.
Bu destekler, birçok ülkede doğrudan gelir desteği (özellikle tarım kesimi için), çocuk yardımları; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hizmetlerinin ücretsiz sunulması şeklindedir.


DEVLETİN İSTİKRARA İLİŞKİN ROLÜ
istikrar fonksiyonu, piyasanın konjonktürel dalgalanmalara bağlı olarak ortaya çıkan makro istikrarsızlıkların (enflasyon ve işsizlik gibi) vergi ve harcama araçları ile giderilmesi olarak ifade edilebilir. Bilindiği gibi, 1929 dünya ekonomik bunalımına kadar, devletin piyasalara hiçbir müdahalesi olmaması gerektiği, piyasaların serbest rekabet ve fiyatlar aracılığıyla kendiliğinden dengeye geleceği kabul edilmiş bir görüş idi. Ancak büyük dünya buhranından sonra, bu görüş terk edildi ve ekonomistler arasında devletin istikrarsızlıkları önleyici rolü olduğu görüşü yerleşmeye başladı. Bilindiği gibi, ünlü ekonomist J.M.Keynes (1883-1946) tarafından bu dönemde ortaya atılmış bulunan Genel Denge Teorisi’nin bu değişim üzerinde büyük etkisi olmuştur. Ekonominin canlanma Dönemlerinde ortaya çıkan Sorusu talep artışı ve  enflasyonist baskıları vergiler artırılarak ve/veya harcamalar kısılarak dizginlenebilir. Resesyon dönemlerinde ortaya çıkan talep yavaşlaması ise vergiler düşürülerek ve/veya harcamalar artırılarak canlandırabilir.



ÜNİTE -4-


KAMU MALLARI
Kamu malları, piyasa aksaklıkları içinde devletin varlığını en çok gerekli kılan durumlardan bir tanesidir. Kamu mallarında devlet, fiilen bir hizmet üretmekte veya hizmetin üretimini örgütlemektedir. Ancak kamu
mallarında, hangi maldan ne miktarda üretileceği ve bunların finansmanının nasıl sağlanacağı konusu özel
mallardan tamamen farklıdır. Pareto optimalitesi koşulları açısından da önemli farklar bulunmaktadır.



KAMU MALLARININ SINIFLANDIRILMASINA İLİŞKİN KRİTERLER
VE KAMU MALLARI TANIMLARI
Piyasa aksaklıkları içinde yer alan kamu malları durumu, devletin, kamusal karar alma süreci içinde merkezi veya yerel düzeyde örgütlenerek bu mal ve hizmetleri sunması gereğini ortaya çıkarır. Hangi özelliklere sahip olan mallar kamu ekonomisi içinde üretilmelidir? Bu sorunun yanıtını ararken, malları özelliklerine göre sınıflandırmamızı sağlayacak olan bazı kriterler kullanmamız faydalı olacaktır.
Kamu Mallarının Sınıflandırılmasına Ilişkin Kriterler
jamu mallarının sınıflandırılmasında kullanılan başlıca iki kriter vardır:
• Tüketimden mahrum bırakmanın mümkün olup olmaması (dışlanamama)
• Tüketimde rekabet olup olmaması (ortak tüketim)


Tüketimden Mahrum Bırakılamama Özelliği
Tüketimden dışlanabilirlik, bir malın bedelini ödemeyen bireyin o malın tüketiminden mahrum bırakılabilmesidir. Bir malın piyasa tarafından üretilebilmesi için bu özelliğin olması zorunludur. Kamu malları bir bütün olarak topluma sunuldukları için ve bir kez sunulduktan sonra herkes tarafından ortak olarak tüketildikleri için bedel ödemeyen tüketimden dışlanamaz. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, kamu mallarından eş miktarda tüketimin, herkesin eşit fayda sağladığı anlamına gelmediğidir. Kamu mallarından bazı bireyler çok yüksek fayda elde ederken, bazıları daha düşük fayda elde edebilir; hatta bazı bireyler hiç fayda elde etmeyebilir.
Kamu mallarında tüketimden mahrum bırakma olmadığı için, bireyler bedel ödemeye istekli olmaz, yani bedavacılık (free rider) problemi ortaya çıkar. Bireylerin taleplerini açıklamaları için hiçbir güdü yoktur. Bu durumda, piyasa mekanizması işlemez. Bu duruma örnek olarak bir sokak lambasını gösterebiliriz. Sokak lambası bir kere sunulduğunda, bundan herkes az ya da çok düzeyde fayda sağlayabilir. Bu hizmet özel sektör tarafından sunulabilir mi?
Hayır, çünkü bu hizmet için fiyatlandırma yapılamaz, bunun nedeni bedel ödemeyenin de
bu hizmeti kullanabilmesidir.

Tüketimden Mahrum Bırakılamama Özelliği
Bazı durumlarda dışlama teknik olarak yapılabilir, ancak bu çok maliyetli olabilir. Teknolojinin gelişmesi bazı durumlarda dışlanmayı mümkün kılabilir veya dışlanma maliyetlerini düşürebilir. Örneğin, tipik bir kamu malı özelliği taşıyan televizyon yayıncılığı kablolu veya şifreli yayın teknolojisinin gelişmesi ile fiyatlandırılabilir hale


Tüketimde Rekabet Olmaması Özelliği
Kamu mallarının ikinci özelliği; tüketimde rekabet olmaması, yani bir bireyin tüketimi sonucu elde ettiği faydanın ikinci bireyin faydasını azaltmamasıdır. Oysa özel mallarda bu özellik kesin olarak mevcuttur. Örneğin bir ekmeği bir birey  tüketiyorsa aynı ekmeği ikinci birey tüketemez.
Kamu mallarında ise, belirli bir kapasite noktasına kadar bir bireyin tüketimi ikinci bir bireyin tüketimini
azaltmaz. Bu kapasite sonsuz ise tüketimde rekabet hiçbir zaman yoktur. Tüketimde rekabet olmadığı sürece fiyatlandırma yaparak talebi kısmak toplumsal refah açısından arzu edilir değildir. Çünkü, bu mallardan ne kadar çok birey  faydalanırsa toplumsal refah o kadar artacaktır.


 Tam Kamusal Mallar
Bir mal, aynı anda, mahrum bırakılamama ve rekabet olmaması özelliklerinden ikisine birden sahip olabilir. Bu tür hizmetler için tam kamusal mal tanımlaması yapılmaktadır. Tam kamusal malların sunulmasında ortaya çıkan en önemli konu bedavacılık sorunudur. Bedavacılık, kamu mallarının tüketiminden bedel ödemeyenlerin  mahrum bırakılamaması sonucunda ortaya çıkan bir sorundur. Bu durumda söz konusu mal ya hiç üretilemez veya optimal düzeyin altında üretilir.  Daha öncede belirtildiği gibi neoklasik ekonomi teorisinde yer alan görünmez el hipotezine göre her rasyonel birey kendi çıkarını maksimum kıldığı sürece tüm toplumun faydası en yüksek düzeyde olacaktır. Oysa kamu ekonomisinde böyle bir işleyiş geçerli değildir. Birey, sadece kendi çıkarı peşinde koşar ve bedavacılık yaparsa, bundan tüm toplum ve dolayısıyla kendisi de zarar görecektir.


tak Mülkiyet Kaynakları
Tüketimden mahrum  bırakılamama durumu söz konusu olduğu halde, tüketimde rekabetin olduğu durum ortak mülkiyet kaynakları olarak  nitelendirilen özel bir duruma işaret etmektedir. Burada kimse tüketimden mahrum bırakılamaz, yani bedel ödetme mümkün değildir; ancak bir bireyin bu kaynakları kullanımı diğerlerinin faydasını azaltır. Ortak mülkiyet mallarına örnek olarak meralar, balık rezervleri gibi toplumun ortak kullanımında olan mallar verilebilir.  Burada devletin rolü, aşırı kullanımı ve faydadaki azalmayı önleyecek şekilde yasal düzenlemeler yapmaktır



Fiyatlandırılabilir Kamusal Mallar
Bazı mallarda tüketimden mahrum bırakma özelliği mevcut olduğu halde tüketimde rekabet olmaması söz konusudur. Tüketimden mahrum bırakmanın mümkün olduğu durumlarda bir hizmetin arzı teknik olarak özel sektöre bırakılabilir, ancak tüketimde rekabet yoksa, yani ilave bir kullanımın maliyeti sıfır ise, bu durum sosyal optimuma uygun değildir. 0 halde, sosyal optimumun sağlanması için, kapasite noktasına kadar fiyatlama yapmamak, kapasite noktasından sonra ise, yukarıda açıklandığı gibi, kamusal fiyatlandırma teknikleri kullanmak veya kapasite artışı sağlamak gerekir.

 Erdemli Mallar
Bazı mallar yukarıdaki sınıflandırmaya göre özel mal kategorisinde olduğu halde, devlet tarafından üretilir veya finansmanı sağlanır. Devlet, bu mallar ihtiyaçlar için gerekli olduğu halde, çeşitli nedenlerle (eğitimsizlik veya yoksulluk gibi) tüketilmediği için müdahalede bulunur. Örneğin, çocuklara süt dağıtılması veya aşı kampanyaları yapılması erdemli mallar arasında sayılabilir.


Kulüp Malları
Kulüp malları teorisine göre, bazı ihtiyaçların ortak olarak sağlanması maliyetleri düşürüyor ve etkinlik yaratıyor ise, kullanıcılar bu malların arzını kulüp şeklinde organize edebilirler. Kulüp malları, yukarıda belirttiğimiz sınıflandırmaya göre, tüketimden mahrum bırakılma özelliğine sahip olduğu halde, belirli bir kapasite noktasına kadar tüketimde rekabet olmayan mallardır. Kulüp mallarında, bir bedel ödeme kulübe üye olma şeklinde gerçekleşmektedir.
Aynı hizmeti talep eden bireyler bir araya gelerek bir kulüp oluşturacak ve söz konusu hizmeti daha düşük maliyetler ile elde edeceklerdir. Burada önemli olan husus, kulübün  optimal büyüklüğünün ne olacağıdır.  Bir diğer kamusal mal ise, yukarıdaki sınıflandırmaya göre, gerçekte özel mal olduğu halde, özel faydası yanında topluma yayılan bir faydası da olduğu için karma mal sayılan mallardır. Çünkü, bu topluma yayılan fayda tam kamusal mal niteliğindedir, yani fiyatlandırılamaz ve tüketimde rekabet yoktur. 0 halde bu tür malların bir bölümü özel mal, bir bölümü ise kamu malı niteliğindedir. Böyle mallara yarı kamusal mallar veya karma mallar adı verilmektedir.


Uluslararası Kamusal Mallar
Uluslararası kamusal mallar, tam kamusal mallar gibi, tüketimde rekabet olmaması ve tüketimden mahrum  bırakılamama gibi iki kriteri de sağlamaktadır ve bu anlamda tam kamusal mal tanımına girmektedirler. Ancak, bunlara ilave olarak, bu mallar, faydasının yayılma alanı tek bir ülkeden çok daha büyük bir alanı kapsayan mallardır. Özellikle çevresel sorunların global nitelik kazanması ile bu sorunların giderilmesine yönelik hizmetler de uluslararası kamusal mal niteliğindedir. Çünkü, hizmetlerin faydalarının yayılma alanı birden fazla ülkeyi hatta bazı durumlarda bütün yerküreyi kapsamaktadır.

Uluslararası kamu mallarına örnek olarak, uluslararası barış için gerekli hizmetler, haberleşme sistemleri, bilimsel gelişmeler ve teknoloji, salgın ve bulaşıcı hastalıkların önlenmesi için uluslararası Sağlık hizmetleri verilebilir. Bu hizmetlerin  sağlanması için gerekli olan hizmet birimi tek tek devletler değil uluslar üstü bir birim olmalıdır. Günümüzde, Dünya Sağlık Örgütü ve BM Barış Gücü gibi bazı uluslararası kuruluşlar bu rolleri üstlenmektedir.

 KAMU MALLARI ÜRETİM SÜRECİ
Kamu Malları Üretim Süreci ile Piyasa Sürecinin Karşılaştırılması
Kamu mallarının devlet tarafından kamu ekonomisi içinde Üretilmesi süreci, piyasanın işleyiş sürecinden tamamen farklıdır. Bu fark, daha öncede belirttiğimiz gibi, kamu mallarının özelliklerinden, taleplerinin bildirilmesinden ve finansman biçimlerinden kaynaklanmaktadır.
Ancak, piyasanın ve kamu ekonomisinin bir arada bulunduğu bütün ülkelerde, bu iki alan arasında çok temel bazı farklar olduğunu söyleyebiliriz. Aşağıda bu farkların neler olduğu açıklanmaktadır:



Kamu Malları Üretim Sürecine İki Farklı Yaklaşım
Devletin hangi amaçlar için çalıştığı çeşitli maliye teorisi ekolleri tarafından farklı olarak ele
alınmaktadır. Devletin varlığını piyasa aksaklıkları ile açıklayan geleneksel maliye teorisine göre,
devletin tek bir amacı vardır. Bu amaç, toplumun refahını en üst düzeyde gerçekleştirecek olanların
yapılması, yani piyasa aksaklıklarının giderilmesidir. Bu normatif teori, devleti iyi devlet
olarak modelleştirmektedir. İkinci olarak, bu  teoriye alternatif olan ve devleti farklı bir şekilde
modelleştiren kamusal seçiş teorisinden söz edilebilir. Bu teoriye göre devlet, toplumun refahı ırma
için çalışan ve toplumun üstünde bir birim değildir.
Tam tersine, kendi amaç fonksiyonlarını maksimum kılma amacıyla çalışan aktörlerdeki oluşan bir yapıdır. Bu aktörler politikacılar ve bürokratlardır. Politikacıların amacı oy maksimizasyonu yapmak, yani kendilerine en çok oyu sağlayacak hizmetleri yerine getirmektir. Bürokratların amacı ise, kendi etki alanlarını genişletmektir. Kamusal seçiş teorisine göre, devlet, geleneksel maliye teorisinin varsaydığı gibi, toplumun refahını gözetemez. Sonuç olarak kamusal seçiş teorisine göre, devlet aksaklıkları doğmaktadır.
 

KAMU MALLARININ ETKİN ÜRETİM DÜZEYİ
Kamu ekonomisinin işleyiş sürecini, piyasa benzeri bir model ile açıklamaya çalışan ekonomistlerin önerdikleri iki önemli model olarak Erik R. Lindahl’ in (1891-1960) ve Paul Samuelson’ un (1915-....) modellerinden söz edilmektedir.
Lindahl Modeli Samuelsorı Modeli




ÜNİTE -5-

 DIŞSALLIKLAR
Dışsallıkların söz konusu olduğu bir durumda üretim tümüyle piyasa mekanizmasına bırakılırsa optimal kaynak ayırımı
gerçekleşmemektedir. 0 zaman böyle bir durumda devletin müdahalesiyle optimal kaynak ayırımına ulaşılıp ulaşılamayacağı sorusu önem kazanmaktadır.



DIŞSALLIKLARIN ÖNEMİ

Dışsallık, bir ekonomik birimin yürüttüğü faaliyetin başka bir ekonomik birime herhangi bir karşılık (fiyat) söz konusu olmaksızın sağladığı fayda ya da yüklediği maliyettir. Tipik özel mal ve hizmetlerde dışsallık yoktur ya da yok denecek kadar azdır. Örneğin, bir bireyin yemek yemesi, aldığı kazak ya da ayakkabıyı kullanması, tipik özel mal ve hizmet kategorisine girmektedir. Bilindiği gibi, bu mal ve hizmetlerde tüketimin faydası sadece tüketiciye gitmekte.

Biraz önce belirtildiği gibi, dışsallıklar bir üretim ya da tüketim faaliyeti üzerinde faydalı etkiler yaratarak olumlu dışsallık (dış fayda, dışsal fayda) olarak adlandırılırken, diğerleri zararlı etkiler yaratarak olumsuz dışsallık (dış maliyet, dışsal zarar) olarak adlandırılmaktadır. Dış maliyet bir üretim ya da tüketim faaliyetine doğrudan taraf olmayan üçüncü bireylere, herhangi bir ödeme olmaksızın yüklenen maliyettir. Bir çimento fabrikasından çıkan tozlar ve gazların, çevredeki tarımsal alanlarda üretimi düşürmesi örnek gösterilebilir. Bu, bir üretim faaliyetinden kaynaklanan ve başka bir üretim faaliyetini etkileyen bir dış maliyettir. Aynı çimento fabrikasından kaynaklanan tozlar ve gazlar çevrede evi ya da bahçesi olanların çay içme keyfini veya sağlıklarını olumsuz etkileyebilir. Bu da üretimden kaynaklanıp tüketimi etkileyen bir dış maliyettir.
Bir caddede gece otomobil yarışı yapanların gürültüsü ya da konutlarla çevrili bir bölgede bulunan bir diskotekte sabaha kadar yüksek sesle müzik çalınması da dış maliyet örnekleridir. Öte yandan bütün dünyayı ve dünya nüfusunu ilgilendiren bir örnek ise global ısınmaya neden olan ozon tabakası ile ilgilidir.




DIŞSALLIKLARIN ÖNEMİ
Dış fayda da ise, bir üretim ya da tüketim faaliyeti, herhangi bir karşılık ödenmeksizin başka bir üretim ya da tüketim faaliyetine olumlu etkiler yapmaktadır. Örneğin, bulaşıcı hastalığa karşı aşı olan bir birey kendini koruduğu gibi, taşıyıcı olma olasılığı ortadan kalktığı için başkalarını da korumuş olmaktadır. Eğitim sürecinde (özellikle temel öğretimde) yurttaşların adalet anlayışı, hoşgörü gibi erdemleri kazanmaları, toplumsal yaşamın temel kurallarını öğrenmeleri diğer bireyleri ve tüm toplumu da olumlu etkilemekte, burada da bir dış fayda söz konusu olmaktadır.
Daha önce de ifade edildiği gibi dışsallıkların, söz konusu olduğu bir durumda üretim tümüyle piyasa mekanizmasına bırakılırsa, optimal kaynak ayırımı gerçekleşememektedir. Çünkü, örneğin, maliyetin söz konusu olduğu bir durumda, piyasaya hiçbir müdahalede bulunulmazsa, aşırı üretim sorunu doğmakta, yani, üretim optimal üretim düzeyinin üzerinde olmaktadır. Dış faydanın söz konusu olduğu bir durumda ise, piyasaya hiçbir müdahalede bulunulmazsa, eksik üretim sorunu doğmakta, yani, üretim optimal miktarın altında olmaktadır.


Dışsallıkların iki türünden biri olan dış maliyet, daha sık karşılaştığımız bir sorundur. Dış maliyetin kaynağı bazen bir tüketim faaliyeti de olabilir, ancak daha yaygın olarak bir üretim faaliyetidir.


DIŞ MALİYET
Şekilde, dış maliyetin birim başına sabit olduğu kabul edilmişti. Ancak, belli bir üretim miktarına kadar dış maliyetin doğmadığı, ancak, bu üretim miktarından sonra üretilen birim başına dış maliyetin giderek büyüdüğü kabul edildiğinde de sorun ve çözüm aynıdır. Yine hiç müdahale edilmediğinde piyasa mekanizması aşırı üretimle sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla yapılacak müdahalenin amacı aşırı üretimi aşağıya çekmek olacaktır.
Dış maliyet örneğinde dikkat edilmesi gereken nokta, aşırı üretim düzeyinden optimal üretim  düzeyine çekilmesi, ancak sıfıra indirilmesidir. Bir başka deyişle, dış  maliyete yol açan üretimin tümüyle
durdurulması gerekmemekte, üretimin optimal düzeye çekilmesi yeterli olmaktadır.
Yukarıda dış maliyetin olduğu durumlarda piyasa mekanizmasının optımal kaynak ayırımını gerçekleştirmekte yetersiz kalması sorunu incelendi. Bu aşamada sorulması gereken soru, dışsallık karşısında devletin, rasyonel bir müdahaleyle, optimal kaynak dağılımına ulaşılmasını sağlayıp sağlayamayacağıdır. Bu sorunun yanıtı, en azından teorik düzeyde, olumludur. Dışsallık karşısında devlet müdahalesiyle kaynak ayırımı optimal düzeye çekilebilir. Aşağıda bunun gerçekleştirilebilmesi için devlet müdahalesinde ne gibi yöntemlerin uygulanabileceği konusu açıklanmaktadır.

 DIŞ MALİYET KARŞISINDA DEVLET MÜDAHALESİ
Dış maliyet karşısında devlet farklı yöntemlere başvurabilmektedir. Burada başlıca üç yöntem üzerinde durulacaktır. Bunlar, fiziksel sınırlama, vergi ve mülkiyet hakkının düzenlen m es idi r.
Fiziksel Sınırlamalar Dış maliyetin en yaygın türü çevre kirlenmesidir. Çevre kirlenmesinin en çok rastlanan tipi ise üretimden kaynaklanan dış maliyettir. Bilindiği gibi, bir üretim süreci sonucunda bir mal ya da hizmet elde edilirken, üretim süreci sonucunda ortaya çıkan atıklar çevreye atılmaktadır. Atıkların yaratacağı zararlar, yani dış maliyetler değişik türde olabilmektedir. Örneğin, çevre kirlenmesi nedeniyle ölümler artabilir, ortalama yaşam süresi kısalabilir, belirli hastalıkların sıklığı artabilir ve bu nedenle çalışılan iş günü sayısı azalabilir, işgücünün verimliliği düşebilir.

Fiziksel Sınırlamalar
Fiziksel sınırlama yönteminde, öncelikle, dış maliyetin ortaya çıkış biçiminin ve etkilerinin bilinmesi gerekmekte, bu bilgilerin ışığında, çevre kirlenmesini azaltacak, gerekli görüldüğü takdirde durduracak fiziksel sınırlamalar getirilmektedir. Örneğin, bu yöntemle belirli üretim faaliyetleri tümüyle yasaklanabilir ya da bu faaliyetlerin yürütülebileceği yerler sınırlanabilir. Veya alternatif olarak, belirli atıkların atılması yasaklanabilir ya da koşullara bağlanabilir. Filtre kullanma zorunluluğu ya da bacanın en az belirli bir yükseklikte olması gibi koşullar konabilir. Diğer bir önlem olarak, belirli girdilerin (örneğin, belirli kömür türlerinin) kullanımı yasaklanabilir.
Fiziksel sınırlamalar çoğunlukla açık ve nettir, uygulanması görece kolaydır. Ancak, bu yöntemin zayıf yönü, firmalar ve mallar arasında bir ayrım yapmamasıdır. Örneğin, küçük ölçekli firmalar ile yüksek olan firmalar aynı sınırlamaya tabi olmaktadır. Böyle bir yaklaşımla optimal kaynak ayırımına
yaklaşılabilir, ancak, tam olarak ulaşılması çok güçtür.

Vergi
Vergilerle yapılacak müdahalenin çıkış noktası, dış maliyetin özel maliyetlere eklenmesidir. Bir başka deyişle, vergi kullanılarak dış maliyet içselleştirilmekte ve hesaba katılmış olmaktadır. Örneğin, dış maliyetin üretilen birim başına sabit kaldığı bir durumda, uygulanacak vergi, spesifik nitelikte (birim üzerinden alınan) bir dolaylı vergi olmalıdır. Burada, verginin en önemli etkisi üretim miktarını optimal düzeye çekmek olacaktır. Vergi, arz ve talep esnekliklerine bağlı olarak bir bölümüyle alıcıya yansıyacak, bir bölümüyle de endüstrideki üretim faktörleri üzerinde kalacaktır. Aşağıda bu süreç Şekil 5.3 yardımıyla incelenmektedir:


 Sürmekte olan dış maliyete katlananlar hl bir kayıpla karşı karşıyadır. işte, sürmekte olan dış maliyete eşit bir vergi toplanarak ve bu vergi dış maliyete katlananlara aktarılarak, söz konusu zarar tazmin edilmiş olmaktadır. Kağıt üzerinde yeterli gözüken bu çözümün uygulamada önemli engellerle karşılaşması mümkündür. Birinci olarak, kullandığımız basitleştirici varsayım (dış maliyetin üretim birimi başına sabit oluşu) geçerli  olmayabilir. ikincisi, dış maliyeti ölçmek olanaksız olabilir. Üçüncü olarak, vergiyi toplamanın ve zarara uğrayanlara dağıtmanın bir maliyeti olacağından dış maliyete eşit bir tutar ödeyebilmek için toplanması gerekli vergi tutarının dış maliyetten büyük olması gerekmektedir.


Mülkiyet Hakkının Düzenlenmesi
Mülkiyet hakkının düzenlenmesi yöntemi, piyasanın başlangıç koşullarını ya da oyun kurallarını belirlemek anlamına gelmektedir. Bu belirlemeden sonra sorunun çözümü piyasa ilişkilerinden beklenecektir. Bu yaklaşımı ilk ortaya atan, bir süre önce ekonomi alanında Nobel ödülü kazanmış olan Ronald Coase’dur (1910-...). Coase yaklaşımında dışsallığın, olayın tarafları arasındaki bir pazarlık ve alışverişle optimal çözüme bağlanabileceği açıklanmaktadır. Olayın tarafları arasındaki alışverişte kimin kime ödeme yapacağı ise, mülkiyet ve kullanım haklarının nasıl düzenlendiğine bağlı olacaktır.
Örneğin, bir tarafta bir ya da birkaç çimento fabrikası, öbür tarafta çimento fabrikasının dış maliyetine katlanan sebze üreticileri kooperatifi olsun. Bu arada, dış maliyetin yıllık düzeyinin 100 milyar TL olarak tahmin edildiği, çimento fabrikasının dış maliyeti tümüyle engelleyecek bir önlem almasının mümkün olduğu ve bu önlemin yıllık maliyetinin de 60 milyar TL olduğu kabul edilmektedir. Örnekte dış maliyete yol açan ve katlanan tarafların sayılarının aşırı
olmadığı ve doğrudan ya da temsilcileri eliyle görüşme ve pazarlık yapabildikleri varsayılmaktadır. 

 Mülkiyet ve kullanım hakları yürürlükteki hukuk kurallarınca düzenlenmektedir. Bu konuda iki olasılık vardır. Birinci olasılık, mevzuatın, kirletenin ödemesi ilkesine dayanmasıdır. Anlaşılacağı gibi, bu olasılık sebze üreticilerini dış maliyete karşı koruyucu niteliktedir. ikinci olarak, mevzuat çimento üretiminden yana olabilir ve dış maliyetin tazminine olanak vermeyebilir. Bu iki olasılık taraflar arasında alışveriş olanağı açısından farklı sonuçlar yaratacaktır. Yukarıdaki örnek göz önüne alındığında, eğer, mevzuat sebze üreticilerini koruyucu nitelikte ise, sebze üreticileri zararları kadar (100 milyar TL) tazminat isteyebileceklerdir. Bu durumda, karşı taraf 100 milyar TL ödemektense, kendisine 60 milyar TL maliyet yükleyen önlemi almayı yeğleyecektir. Mülkiyet ve kullanım haklarının düzenlenişi sonucunda dış maliyete neden olan taraf önlem almaya zorlanmış, ayrıca, 100 milyar TL düzeyinde bir zarar 60 milyar TL tutarında bir miktarla önlenmiştir. Eğer, önlem maliyeti, dış maliyetin üzerinde olsaydı, o zaman bir tazminat ödeme söz konusu olabilecekti. Anlaşıldığı gibi, dış maliyete yol açan taraf, önündeki iki seçeneğin maliyetlerini karşılaştırarak bir karara varmaktadır.
Şimdi de hukuksal düzenlemenin sebze üreticilerinden değil de, çimento üreticilerinden yana olduğu düşünülürse. Bu durumda, sebze üreticilerinin, 100 milyar TL’lık bir zarara katlanmak yerine 60 milyar TL’lık önlem giderini finanse etmek istemeleri rasyonel olacaktır. Yıllık önlem maliyetinin 140 milyar TL olduğu varsayıldığında ise sebze üreticilerinin bu önlemi finanse etmek yerine zarara katlanmaları daha rasyonel olmaktadır. Dış maliyetin özel maliyetler gibi hesaba katılması, dış maliyeti, buna yol açan tarafın taşıması demektir. Bu nedenle, mevzuatın genellikle dış maliyete katlananlardan yana düzenlenmesi beklenmektedir.
Özet olarak devlet, müdahale ile oyunun kurallarını, yani mülkiyet ve kullanım haklarını düzenlemekte, dış maliyet Sorununa çok genel bir müdahalede bulunmakta, gerisini ise piyasa mekanizmasına bırakmaktadır. Ancak, bu yaklaşımın uygulamada geçerli olabilmesi belirli koşullara bağlıdır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, dışsallığın ölçülebilmesi, ikincisi, tarafların görüşme ve pazarlık yapabilecek biçimde örgütlenebilmesi, üçüncüsü ise işlem
(ölçme, görüşme, anlaşma) maliyetlerinin aşırı yüksek olmamasıdır.


DIŞ FAYDA VE DEVLET MÜDAHALESİ
Bazı üretim ya da tüketim faaliyetlerinin dış fayda yaratması ve bu faaliyetlere hiçbir müdahalede bulunulmadığı takdirde eksik üretim sorununun doğurması olasıdır. Bilindiği gibi, bireylerin mal ve hizmetlere ödemeye hazır oldukları fiyatları göstermekte ve bu fonksiyonun temelinde bireylerin söz konusu mal ve hizmetten sağladıkları marjinal fayda yatmaktadır. Diğer bir deyişle, talep fonksiyonu özel marjinal faydaya dayanmaktadır. Eğer bir mal ya da hizmet A tarafından kullanılırken A dışındaki bireylere de bir fayda sağlıyorsa, ancak, bunun karşılığında herhangi bir ödeme söz konusu değilse, piyasa mekanizması dış faydayı göz önüne almayacaktır. Dış faydanın göz önüne alınması demek, bunun marjinal faydaya eklenmesi demektir. Böylece, bulunacak sosyal faydaya göre optimal üretim düzeyi de belirlenmiş olmaktadır.  Şekil 5.5’de dış faydanın birim
başına sabit olduğunu kabul edilmektedir. Birim başına dış faydanın sabit olması demek, özel marjinal faydaya dayanan talep fonksiyonuna D, dış faydanın eklenmesi ve bu yolla bulunacak fonksiyonun D1’e paralel olması
demektir. D2 fonksiyonu sosyal faydayı (özel fayda + dış fayda) yansıtmaktadır.



ÜNİTE -6-

No comments:

Post a Comment