Kamu Ekonomisi
ÜNİTE -1-
KAMU EKONOMİSİNİN KAPSAMI
Adından anlaşıldığı gibi, kamu ekonomisi, ekonominin bir alt
dalıdır ve devletin gelir ve giderleriyle ilgili uygulamaların amaçlarını,
gerekçelerini, etkilerini ve sonuçlarını incelemektedir. Örneğin, belirli bir
ülkede ne tür vergiler uygulanıyor? Hangi hizmetleri ya da faaliyetleri devlet
gerçekleştiriyor ve neden? Savunma harcamaları tüm ülkelerde devlet tarafından
yapılıyor. Benzer biçimde yargı sistemi ve örgütü tüm ülkelerde devletin bir
parçası ve bu hizmet devlet tarafından yapılıyor. Ya da iç güvenlik hizmetleri
de tüm ülkelerde devletin bir parçası ve devlet tarafından görülen bir
hizmettir. Bu hizmetler (ülke savunması, yargı, iç güvenlik) zorunlu olarak
devlet tarafından gerçekleştirilmektedir. Sağlık ve eğitim hizmetlerinde ise
durum biraz farklıdır. Türkiye’de bu iki alanda devletin büyük bir paya sahip
olduğu bilinmektedir. Ancak devlet liseleri yanında özel liseler, devlet
üniversiteleri yanında vakıf üniversiteleri, devlet hastaneleri yanında özel
hastaneler de vardır. Bir başka deyişle hem kamu sektörü hem de özel sektör bu
alanlarda faaliyet gösterebilmektedir. Son olarak devletin bankacılık ya da
turizm sektörlerinde doğrudan yer almasının, havayolu taşımacılığı yapmasının
ya da otomobil üretmesinin yukarıda sayılan hizmetlerin tümünden farklı olduğu
da açıkça görülmektedir.
Herhangi bir ülkede hizmetlerin bir bölümünü (savunma, yargı
gibi) devletin üretmesi teknik bir zorunluluktur. Bu hizmetlerin piyasa
mekanizmasınca üretilmesi olanağı yoktur. Ancak diğer bazı hizmetlerin piyasa
mekanizmasına bırakılması mümkün olmakla birlikte, piyasa mekanizması bu
hizmetleri üretmekte başarılı (yeterli) olamaz. Bir başka deyişle, belirli
hizmetlerin üretiminde devlet zorunlu olduğu için değil, piyasa mekanizmasının
işleyişi kaynak ayırımında etkinlik ölçütü açısından yetersiz kaldığı için
görev üstlenmektedir.
*Savunma *Yargı * İç Güvenlik
DEVLETİN BAŞLICA FONKSİYONLARI
Kamu ekonomisi literatürünün en ünlü isimlerinden Richard
Musgrave’e (1910-...) göre devletin ekonomik görevleri yada fonksiyonları üç
grupta toplanabilir
İSTİKRAR
İstikrar fonksiyonu öncelikle fiyat istikrarı ve tam
istihdamla ilişkilidir.Bu fonksiyon özellikle, enflasyonun frenlenmesi ve
işsizliğin önlenmesi amacıyla devletin
aktif rol üstlenmesi anlamına gelmekte, ancak bu rolün yerine getirilmesi
durgun bir ekonomi içinde olmayacağından, istikrar fonksiyonu istikrarlı büyümeyi
de içermektedir.Anlaşılacağı gibi Musgrave ‘e dayanan bu üçlü ayırım devlete
minimal görevler yükleyen, devleti sadece klasik fonksiyonlarla sınırlayan,
ekonomik sorunların çözümünde yalnızca piyasaya güvenen bir yaklaşım
değildir.Piyasa mekanizmasının birçok koşulda yetersiz kalabileceğini,
dolayısıyla devlete aktif bir rol düşeceğini öngören bir yaklaşımdır.
GELİR DAĞILIMI
Piyasa mekanizmasının işleyişine hiç müdahale edilmediğinde
ortaya çıkan belirli bir gelir dağılımı vardır ki bu gelir dağılımı genellikle
adil bir dağılım değildir.Bu dağılım bireylerarası sosyal
sınıflararası ve bölgelerarası
dağılım olabilir.Gelir dağılımının belirlenişinde üretim faktörü mülkiyeti,eğitim
düzeyi,konjonktür,sendikalaşma ,sosyal konulara ilişkin mevzuat gibi etkenler
rol oynamaktadır.Gelir dağılımı yanında servet dağılımı da ayrıca önem
taşımaktadır.Gelir dağılımının toplumsal olarak kabul edilebilir olmadığı bir durumda,ona bağlı olarak doğacak
bir kaynak ayrımı etkin olsa dahi,kabul edilebilir olmayacaktır.Gelir
dağılımının değerlendirilmesi, bakış
açılarına, adalet anlayışına, sosyo - politik
tercihlere göre değişmektedir.Dolayısıyla devlete gelir ve servet
dağılımı açısından yüklenecek fonksiyon ve görevler de, bakış açısına ve
tercihlere bağlı olacaktır.
KAYNAK AYIRIMI
Burada söz konusu olan, devletin kaynak (üretim
faktörü)kullanımında etkinliğin sağlanması amacıyla rol üstlenmesidir. Bazı
hizmetleri piyasa mekanizmasının olanaksız olduğundan söz edilmişti.bu
hizmetlere bölünmeyen hizmet ya da pür kamu malı gibi adlar veriyoruz.bu hizmetlerde
devletin aktif rol alması zorunluluğu bulunmaktadır.Ancak bunlar dışında başka
mal ya da hizmet türleri de devletin aktif rol oynamasını gerektirmektedir.
Bunlardan birincisi ,dışsallıklar (dış fayda ya da dış maliyet).İkinci örnek
ise ,azalan maliyetlerle çalışan endüstrilerdir (doğal tekel),üçüncü örnek ise
rekabetin sağlanması ve tekelleşmenin önlenmesidir.bir başka örnek ,devletin
belirli mallar ya da hizmetlerle ilgili olarak bireysel tercihler yerine kendi
tercihlerini dayatmasıdır.Paternalist yaklaşım adı verilen bu yaklaşımın
pozitif ve negatif örnekleri verilebilir.pozitif örnekler, belirli mal ya da
hizmetlerin kullanımının zorunlu tutulması ya da özendirilmesidir.Örneğin,
temel öğretimin ya da emniyet kemerinin
zorunlu kılınması gibi.negatif örnekler ise, belirli mal ya da hizmetlerin
kullanımının yasaklanması ya da caydırılmasıdır.Örneğin, uyuşturucu ticaretinin
ya da belirli bir yaşın altındakilerin alkollü içki satın alınmasının
yasaklanması gibi.
POZİTİF-NORMATİF YAKLAŞIM
Gerçek yaşamda devletin hangi rolü oynayacağı sorusu
yanıtlanırken iki yaklaşım iç içe geçer. Bunlar pozitif ve normatif
yaklaşımdır.
Pozitif Yaklaşım
Neden-sonuç
ilişkisini inceler. Örneğin, gelir
dağılımının hangi etkenlere bağlı olarak eşitliğe aklaştığını ya da eşitlikten
uzaklaştığını araştırır. Pozitif yaklaşım veri ve bilgi üretir ve sunar,
ilişkilere ışık tutar. Pozitif yaklaşım olabildiğince nesnel bir analize
dayanır.
İlerideki sayfalarda
devletin ekonomik fonksiyonları ve görevleri, devlet harcamaları ile devlet
gelirleri incelenirken pozitif yaklaşım egemen olacak, neden-sonuç ilişkileri
araştırılacaktır. İlk olarak ele alacağımız soru- 4/17
Normatif yaklaşım ise esas olarak tercih yansıtır. Adalet
anlayışına, dünya görüşüne, politik bakış açısına bağlıdır: dolayısıyla
bireyden bireye, gruptan gruba değişir. Örneğin, belirli bir gelir dağılımına
bir birey (grup) adil derken, diğeri adaletsiz diyebilir. Normatif yaklaşım bir
değerlendirme ve tercih içerdiği için, kural ya da hedef koyar. Örneğin,
bölgelerarası gelir dağılımı hakkında “düzeltilmeli” ya da öncelikler arasında
değil” yargısını belirtir. Normatif yaklaşımda devletin belirli bir görevi
yapmaması ya da yapması biçiminde bir tercih vardır. Normatif yaklaşım değer
yargılarına, sübjektif bakış açısına dayanır. İlerideki sayfalarda devletin
ekonomik fonksiyonları ve görevleri, devlet harcamaları ile devlet gelirleri
incelenirken pozitif yaklaşım egemen olacak, neden-sonuç ilişkileri
araştırılacaktır. İlk olarak ele alacağımız soru da, devletin ekonomi içindeki
yerinin ölçülmesidir.
ilerideki sayfalarda
devletin ekonomik fonksiyonları ve görevleri, devlet harcamaları ile devlet
gelirleri incelenirken pozitif yaklaşım egemen olacak, neden-sonuç ilişkileri
araştırılacaktır. ilk olarak ele alacağımız soru da, devletin ekonomi içindeki
yerinin ölçülmesidir.
KAMU KESİMİ VE BÜYÜKLÜÜNÜN ÖLÇÜLMESİ
Kamu ekonomisi araştırmalarında en çok ilgi çeken konulardan
biri, kamu kesiminin büyüklüğünün ölçülmesidir. Bu konudaki araştırmalar kamu
kesiminin büyüklüğünün ne gibi değişkenlere bağlı olarak belirlendiğini
inceler, ülkelerarası karşılaştırmalara başvurur, zaman içindeki değişimlerin
belirli bir trend oluşturup oluşturmadığını inceler. En çok başvurulan iki
yöntem; tek bir ülkenin uzun bir dönemi kapsayan verilerini ortaya koyan zaman
serileri yöntemi ve tek bir dönemde farklı gelişmişlik düzeylerindeki çok
sayıdaki ülkenin verilerini kullanan kesit analizi yöntemidir. Birinci yöntemde
örneğin, Türkiye’nin 40-50 yıllık verilerinden hareketle kamu harcamalarında belirli
bir artış trendi olup olmadığı araştırılır. İkincide ise örneğin, 2002 yılı
için 50-60 ülkenin verilen kullanılarak harcamalarda artış ilişkisi
araştırılır.
Uluslararası karşılaştırmalar da devlet harcaması ya da kamu
harcaması kavramları yukarıda açıklanan kapsamda ve anlamda kullanılmaktadır.
Gerek toplam devlet harcamaları ile
ilgili, gerek savunma, yargı, sağlık, eğitim gibi belirli alanlara yönelik
devlet harcamaları ile ilgili olarak iki tür ölçüden yararlanabiliriz: Mutlak
sayılar ve oranlar. Amaca göre iki tür ölçü de yararlı olabilir. Ancak daha
açıklayıcı olan, devlet harcamalarının ekonomi içindeki yeri hakkında bilgi
veren oranlardır.
Toplam Devlet Harcaması
Toplam devlet harcaması, bir yıllık tutar olarak ifade
edilir. Benzer biçimde devletin yaptığı toplam eğitim harcaması ya da toplam
sağlık harcaması yıllık bir tutarı gösterir ve para birimi olarak öncelikle
yerli para birimi kullanılır. Cari fiyatlarla ifade edilen tutarlar nominal
tutarlardır. Nominal tutarlar enflasyonun etkisini taşıdığından yıllar arasında
karşılaştırma yaparken nominal tutarların kullanılması son derece yanıltıcıdır.
Dolayısıyla nominal tutarların reel (sabit) tutarlara dönüştürülmesi gerekir.
Bunun anlamı, cari fiyatlar yerine sabit fiyatların kullanılması, yani
enflasyonun etkisinin giderilmesidir. Bu da belirli bir yıl temel (baz)
alınarak tüm yıllara ait değerlerin temel (baz) yılın fiyatlarıyla ifade
edilmesi demektir. Devlet harcamalarının ya da devlet gelirlerinin nominal
tutarları biliniyorsa, bu tutarları reel tutarlara dönüştürebilmek için döneme
ait fiyat değişmelerini bilmemiz gerekmektedir. Fiyat değişmeleri yıllık fiyat
değişim oranı olarak ya da bir fiyat indeksi biçiminde olabilir.
Örneğin, belirli bir alandaki (savunma, eğitim vb.) devlet
harcaması 700 trilyon TL’den 950 trilyon
TLye çıkmış olsun. Aynı dönemde fiyat artış hızının %30
olduğu biliniyorsa, reel harcama ne yönde ve
hangi oranda değişmiş olacaktır? Bu sorunun yanıtlanmasında
en basit yol şudur: Fiyatlar genel
düzeyi %30 yükseldiğine göre, geçen yıl 700 trilyon TL olan
tutar da %30 artsaydı, 910 trilyon TL’ye
çıkardı. Halbuki bu tutarın 950’e çıktığı bilinmektedir.
(950/910)=1.044 olduğuna göre, reel
harcamada %4.4’e yakın bir artış olmuştur.
Birey Başına Devlet Harcaması
Mutlak sayıların kullanıldığı ikinci bir ölçü tipi, birey
başına ifade edilen tutarlardır. Örneğin, birey başına devlet harcaması ya da
birey başına askeri harcama gibi. Bu sayıların bulunması toplam harcamanın
nüfusa bölünmesiyle olur. Bu sayılar da cari fiyatlarla ve sabit fiyatlarla
ifade edilebilir. Yıllar arası karşılaştırmalarda sabit fiyatlara dayanan reel
tutarların kullanılması gerekmektedir. Mutlak sayılar öncelikle ulusal para
birimiyle ifade edilir. Ancak uluslar arası karşılaştırmalarda ortak bir para
biriminin kullanılması gerekeceği açıktır. Bu para birimi çoğunlukla ABD Doları
olmaktadır. Bu noktada kullanılacak kur önem kazanmaktadır. Kurun büyük
sıçramalar gösterdiği yıllar yanıltıcı sonuçlar verebilir.
Ulusal para birimiyle ifade edilen tutarlar dolara
çevrilirken çoğunlukla cari döviz kuru kullanılması durumunda da yanıltıcı
sonuç çıkabilir. Çünkü, Doların satınalma gücünün farklı ülkelerde hayli farklı
olduğu gerçeği göz ardı edilmekteciir. Özellikle gelişmiş ülkeler ile
gelişmekte olan ülkeler arasında nispi fiyatlar hayli farklıdır ve Doların
satınalma gücü gelişmekte olan ülkelerde daha yüksektir. Bu sorunu aşmak
amacıyla satınalma gücü paritesi (purchasing power parity) kullanılır. Örneğin,
birey başına eğitim ya da sağlık harcaması ile ilgili olarak uluslararası
karşılaştırma yaparken, satınalma gücü paritesine göre hesaplanmış tutarların
kullanılması daha doğrudur.
Mutlak sayılar (ister toplam, ister birey başına olsun)
ekonominin diğer büyüklüklerinden soyutlanmıştır, dolayısıyla tek başlarına
taşıdıkları anlam sınırlıdır. Devletin ekonomideki göreli yerine ve rolüne ışık
tutmak bakımından oranlar daha aydınlatıcıdır. Aşağıda bu konudaki en önemli
oranlar açıklanmaktadır.
Toplam Devlet Harcamasının GSMH’ye Oranı
En yaygın olarak kullanılan oran toplam devlet harcamasının
gayrisafı milli hasılaya oranıdır. Bu orandan yararlanarak yapılan çok sayıda
araştırmanın ortaya koyduğu sonuçlardan en önemlileri şunlardır:
Devlet Gerçek Harcamalarının GSMH’ye Oranı
Önceki sayfada toplam devlet harcamasının GSMH’ye oranı ele
alınmıştı. Devlet harcamalarının tümü aynı nitelikte olmadığından, konuyu biraz
daha ayrıntılı olarak ele almak gerekmektedir. Devlet harcamaları birçok açıdan
sınıflandırabilir. Yaygın olarak kullanılan ayırımlardan biri ekonomik
ayırımdır. Ekonomik ayırımda devlet harcamaları ekonomik niteliklerine göre üç
grupta toplanır.
Cari Harcama
Cari harcama varolan sermaye stokunu kullanarak mal ve
hizmet üretimi yapmak amacıyla gerçekleştirilen harcamalardır.
Yatırım Harcaması
Yatırım harcaması ise, var olan sermaye stokuna yapılan
eklerdir, yani ekonominin sermaye stokunu büyüten harcamalardır.
Transfer Harcaması
Transfer harcamasında ise bir mal ya da hizmet alımı söz
konusu olmayıp satın alma gücü devletten birey ya da kuruluşlara
aktarılmaktadır. Transfer harcamasının, tipik örnekleri emekli maaşı, işsizlik
tazminatı, burslar vb.dir. Transfer harcamalarına karşılıksız harcama da
denilmektedir. Transfer harcaması ile gerçek harcamanın temel farkı,
ilkinde devletin piyasadan doğrudan bir talepte bulunmaması
ve transfer ödemesini alanların
Dikkat edilirse, gerek yatırım, gerek cari harcamada mal ve
hizmet satın alınması söz konusudur. Bu nedenle cari harcama ile yatırım
harcamasının toplamına gerçek harcama (Mal ve Hizmet Satın Alımına Yönelen
Harcama) denilmektedir.
Devlet Gerçek Harcamalarının GSMH’ye Oranı
Önceki sayfalarda devlet harcamalarının sınıflandırılmasında
ekonomik ayırım açıklanmıştı. Bir diğer sınıflama da fonksiyonel ayırımdır.
Fonksiyonel ayırımda başlıca üç grup söz konusudur: Yönetsel (idari) harcama,
ekonomik harcama, sosyal harcama Burada ayırım ölçütü harcamanın amacı ya da
alanıdır. Örneğin, yasama, güvenlik gibi alanlara yapılan harcamalar yönetsel
harcama; baraj, yol yapımı gibi harcamalar ekonomik harcama; eğitim, sağlık,
sosyal güvenlik harcamaları da sosyal harcamalardır. Anlaşılmaktadır ki, sosyal
harcama grubu içinde cari ve yatırım harcaması bulunacağı gibi transfer
harcaması da bulunmaktadır. Burada önemli bir noktaya daha değinmek
gerekmektedir. 0 da, devlet harcamalarının GSMH’ye oranı ölçüsünde pay ve
paydanın aynı türden olmadığı konusudur. Pay devletin her türlü harcamasını
kapsamaktadır. GSMH ise GSYİH ile yurtdışından gelen mülk gelirinin toplamına
eşittir. Devlet harcaması transfer harcamasını da kapsadığına göre ve transfer
ödemesini elde eden birey ve kuruluşlar bunu daha sonra kullanacaklarına göre
devlet harcaması artı özel harcama toplamı GSMH’yi aşacaktır. Bu nedenle toplam
devlet harcamasının GSMHye oranının %40 olduğu bir ekonomide özel harcama
payının %60 olacağını düşünmek yanlış olur.
DevIet Gelirlerinin GSMH’ye Oranı
Devletin ekonomi içindeki yerini anlamak için devletin
topladığı gelirlerin GSMH’ye oranı da anlamlı bir ölçüdür. Devlet gelirleri
devletin egemenlikten kaynaklanan, dolayısıyla gönüllü ekonomik ilişkiye değil,
zora ve yaptırıma dayanan gelirleridir. Başlıca örneği vergidir. Harç, resim,
sosyal sigorta kesintisi, fon kesintisi, para cezası vb. de bu grupta yer alır.
Vergi Gelirlerinin GSMH’ye Oranı
Devlet gelirlerinin büyük bölümünü oluşturan vergi gelirinin
GSMI-l’ye oranı da yaygın biçimde kullanılan bir orandır. Bir önceki orana göre
daha küçük olması tanım gereğidir. Çünkü, toplam devlet geliri vergi gelirinden
daha geniş kapsamlı, dolayısıyla daha büyüktür. Bu oran, hesaplanırken,
vergiyle aynı ya da benzer nitelikte olup adı vergi olmayan devlet gelirlerinin
durumu önem taşımaktadır. Örneğin, uluslararası istatistiklerde söz konusu oran
sosyal güvenlik kesintilerini de kapsar.
Toplam İstihdamda Devletin Payı
Harcama ve gelirlerden oldukça farklı bir ölçü devletçe
istihdam edilenlerin toplam istihdamdaki payıdır. Bu oran, daha önceki
oranlardan nitelik olarak farklı olduğu gibi nicelik olarak da farklıdır.
Özellikle sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik hizmetleri yaygınlaşmış ve büyük
ölçüde devlet tarafından sunulmakta olduğundan devletçe istihdam edilenlerin
oranı yükselmiştir.
Toplam Yatırımlar İçinde Devletin Payı
Sabit sermaye yatırımları sermaye stokuna yapılan
eklemelerdir. Her ekonomide yatırımların bir bölümünün devlet kanalıyla finanse
edilmesi zorunludur. Çünkü, en azından piyasa mekanizmasına konu olmayan iç
güvenlik, yargı, savunma gibi alanlarda ve altyapının büyük bölümünde
yatırımlar ancak devletçe gerçekleştirilir. Devlet yatırımları ile özel
yatırımlar arasında iki türlü ilişki söz konusudur: Tamamlama ilişkisi ve
rekabet ilişkisi. Örneğin, devletçe yol yaptırılması sonucunda ulaşım
kolaylaşır ve ucuzlar, maliyetler düşer, pazar büyür ve özel yatırımlar
özendirilmiş olur. Bu, tamamlama ilişkisidir. Öte yandan devlet yatırımları ile
özel yatırımlar aynı tasarruf havuzundan beslenir ve devlet yatırımlarının bir
dereceden fazla genişlemesi faizleri yukarı iter ve özel yatırımların
yavaşlamasına ya da gerilemesine neden olur. Bu da rekabet ilişkisidir.
Toplam Yatırımlar İçinde Devletin Payı
Devletin
ekonomiye etkide bulunma yöntemlerinden ve kanallarından bazıları yukarıdaki
ölçülerde hiç
görülemez. Bunlardan biri devletin para basma olanağıdır.
ikinci önemli konu devletin regülasyon (düzenleme ve denetleme) gücüdür.
Örneğin, emek gücü için asgari ücret, belirli tarımsal ürünler için taban
fiyat, kimi ürünler için
tavan fiyat belirleme, döviz kuru ve faiz haddini saptama ya
da yönlendirme gibi birçok imkan devletin elindedir. Dolayısıyla d evl et harcamalarının GSMH’ye
oranının düşük olduğu bir ekonomide devlet piyasalara regülasyon
yoluyla çok müdahale edebileceği gibi, söz konusu oranın
yüksek olduğu bir ekonomide devletin piyasalara müdahalesi çok düşük düzeyde
olabilir.
TÜRKİYE VERİLERİNE BAKIŞ
Daha önce açıklanan ölçülerin bir bölümünü kullanarak
Türkiye ekonomisinin son dönemine bakmak yararlı olacaktır. Tablo 1 .2’de
1994-2001 döneminde konsolide bütçede yer alan devlet harcamaları ile devlet
gelirlerinin gelişimi gösterilmektedir. Görüleceği üzere gerek devlet
harcamalarının, gerek devlet gelirinin GSMH’ya oranında önemli bir artış
olmuştur. Konsolide bütçe açığında çok ciddi bir genişleme doğmuştur.
TÜRKİYE VERİLERİNE BAKIŞ
Türkiye’de kamu harcamalarında önemli bir artış nedeni 1
980’lerin ortalarında hızlanmış olan borçlanma süreci nedeniyle faiz
harcamasında görülen sıçramadır. Tablo 1.3 bu gelişmeyi göstermektedir. Tablo 1
.3ten açıkça görüldüğü gibi son yıllarda transfer harcaması gerçek harcamanın
hayli üstüne çıkmış, hatta 2001’de iki katını aşmıştır. Burada önemli nokta,
transfer harcamalarının büyük bölümünü gelişmiş ülkelerdeki gibi sosyal amaçlı
transferlerin değil, faizlerin oluşturmasıdır. 2001 yılında tek başına faiz
giderinin gerçek harcamadan %67 daha büyük oluşu dikkat çekicidir. Tablo
1.2’nin gösterdiği konsolide bütçe açığı ile Tablo 1.3’ün gösterdiği faiz yükü
Türkiye’de kamu maliyesinin en önemli iki sorunudur.
ÜNİTE -2-
PİYASA EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ MODELİ
Tam rekabetçi piyasalar toplumsal refahı en üst düzeye
çıkaracağı koşulları ve kuralları biçimlendirmiştir. Bu ünitede böyle bir ideal
dünyanın haritasını ortaya koymamızın
amacı, daha sonraki ünitelerde
inceleyeceğimiz gerçek dünyada meydana gelen sapmaları daha
iyi anlamam ızı
sağlamaktır. Bu sapmaların sonucu olarak da devlete bazı
görevler yüklenmesi
kaçınılmaz olmaktadır.
EKONNOMİDE ETKİNLİK VE ADALET KAVRAMLARI
İktisada Giriş dersinden hatırlayacağınız gibi ekonomi
biliminin konusu, sınırlı kaynaklar alternatif kullanım alanları arasında nasıl
dağıtılırsa, toplumların refahının ve zenginliğinin en üst düzeyde
gerçekleşeceğini araştırmaktır. Ancak ekonomik etkinlik kadar önemli bir kavram
da, adalettir. Bu kavram da ekonomide çok tartışılmaktadır.
Etkinlik Üretim faktörleri çeşitli malları üretmek için
sektörler arasında, üretilen mallar da tüketiciler
arasında paylaştırılır. Üretim d e etkin 1 i k kavramına
göre, üretim faktörleri çeşitli sektörler arasında o şekilde dağılmıştır ki,
artık herhangi bir üretim faktörünü bir
sektörden başka bir sektöre kaydırarak daha fazla ürün elde etme imkanı yoktur.
Aynı şekilde, tüketimde etkinlik kavramına göre ise, üretilmiş olan mallar
tüketiciler arasında o şekilde dağılmıştır ki, artık malları bireyler arasında
yeniden dağıtarak en az bir bireyi daha iyi duruma getirme imkanı yoktur.
Pareto etkinlik olarak tanımlanan bu durum, refah ekonomisinin kabul ettiği
etkinlik kriteridir
EKONOMİDE ETKİNLİK VE ADALET KAVRAMLARI
Neoklasik ekonomi teorisi, piyasa
mekanizmasının, tam rekabet koşulları altında ve ekonomik
adam (homoeconomicus) modeline dayanarak, etkin kaynak ayırımını otomatik olarak
gerçekleştireceğini gösterir. Bu teori, piyasaların tam olarak işlediği, diğer
bir deyişle piyasa aksaklıkların in olmadığı modellerdir. Tam rekabet
koşullarından bazıları sağlanmadığında, piyasa hiç çalışmaz veya çalışsa da en
fazla toplumsal faydayı yaratacak düzeyde mal ve hizmet üretiminin yapılmasını
sağlamaz. Piyasaların aksamasındaki birinci örnek bazı mal ve hizmetlerde
piyasaların ortaya çıkmamasıdır. Piyasaların ortaya çıkmamasının nedeni
bireylerin taleplerini açıklayamamalarıdır. Çünkü bu mal/hizmetler nitelikleri
gereği, tek tek bireylere değil tüm topluma sunuluşlardır.
EKONOMİDE ETKİNLİK VE ADALET KAVRAMLARI
Diğer bir piyasa aksaklığı durumu ise, piyasanın var olduğu
ve çalıştığı, ancak bazı fayda veya maliyetleri göz önüne almadığı için optimal
üretim düzeyinin altında veya üstünde üretim yapılmasına neden olduğu
durumdur. Bunun altında yatan neden,
özel fayda ile toplumsal faydanın (aynı
şekilde özel maliyet ile toplumsal maliyetin) farklılaşmasıdır.
Piyasa, özel fayda ve özel maliyetleri göz önüne alarak
çalışır. Örneğin eğitim hizmetinde, bireysel faydalara ilave olarak topluma
yayılan faydalar varsa, özel taleplere göre üretim yapan piyasa, toplumsal
talebi göz önüne almadığı için, optimal miktarın altında üretim yapılmasına
neden olacaktır. Aynı şekilde, çevreyi kirleterek üretim yapan bir
işletme, topluma yayılan maliyetleri göz önüne almayan ve
sadece kendi içsel maliyetlerine göre üretim yapan firma, optimal miktarın
üzerinde üretim yapacaktır. Bu durum kamu maliyesinde dışsallıklar olarak
adlandırılır.
EKONOMİDE ETKİNLİK VE
ADALET KAVRAMLARI
Piyasa aksaklığına dayalı olarak kamu göreve çağrıldığında,
kamu kesiminde de etkinliği sağlanması gerekir. Bunun sağlanması için, birinci
olarak, bireylerin taleplerinin kamusal talebe dönüşmesini sağlayan karar
mekanizmalarının çok iyi çalışması gerekmektedir. İkinci olarak, toplumun ter
eri doğru olarak oluştuktan ve kamunun arz birimlerine bildirildikten sonra,
bunların to etkin bir şekilde arz edilmesidir.
Adalet
Adalet kavramının nasıl tanımlandığı ve bağlı olarak piyasa
ekonomisinin işleyişi sürecinde ortaya çıkan gelir dağılımının a - gelir dağılımı
olup olmadığı konusu, refah ekonomisinin konuları arasındadır. Sosya et kavramı
üzerindeki görüşleri, başlıca iki temel yaklaşım etrafında toplayabiliriz.
Ayrımlardan bir tanesi, bir ekonominin ortaya çıkardığı sonuçların adil
olmasını teme Buna göre, adalet kavramı iki biçimde tanımlanabilir. Birincisi,
eşitlikçi görüştür; göre, kaynakların uçlarda değil, ortalama bir dağılım
içinde olması gerektiği düşün İkinci görüşte ise adalet, eşitlikten ziyade
hakkaniyet kavramını ön plana çıkartır.
Yaklaşımda herkesin hak ettiği geliri elde etmesi ile mümkündür. Buna
göre, az çalT az kazandığı, çok çalışanın çok kazandığı bir gelir dağıtım
mekanizması adildir.
İkinci temel yaklaşım ise adaleti fırsat e ile tanımlayan
yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, bir ekonomide nihai aşamada gelit asıl
dağıldığı önemli değildir. Önemli olan bütün bireylerin gelir elde etmek için
eşit fırsatlara sahip olmalarıdır. Bu yaklaşıma göre, eğer fırsat eşitliği
sağlanıyorsa, ortaya çıkan gelir dağılımı adil (eşitlikçi olmasa bile) olarak kabul
edilir.
PİYASA EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ MODELİ VE
TOPLUMSAL REFAHIN ENÇOKLAŞTIRILMASI
Neo-klasik ekonomi teorisi kapsamında, rekabetçi piyasaların
nasıl çalıştığını ve bunun toplumsal refaha ilişkin sonuçlarının neler
olabileceğini saptamak.
Rekabetçi Dengenin Sağlanması
Neoklasik ekonomi teorisi, tam rekabet koşulları ve ekonomik
adam modeline dayalı olarak rekabetçi dengenin nasıl oluştuğunu
incelemiştir. Ekonomik adam modeline göre birey rasyoneldir ve yaptığı
seçişlerde kendi çıkarını (tüketici ise fayda, üretici ise kar) ençoklaştırma
dürtüsü ile davranır. Tam rekabetçi denge modelinde, piyasalarda tam rekabet
koşulları egemendir ve tüm tüketici ve üreticiler ekonomik adam modeline göre
davranırlar. Bunun sonucunda oluşan tüketici ve üretici dengeleri bütün
piyasaların dengeye gelmesini sağlar. Tüketici dengesi, tüketici bütçe kısıtı
altında kendisine en yüksek faydayı sağlayacak olan mal bileşimini seçtiğinde
gerçekleşir. Üretici dengesi ise, üreticinin, iki üretim faktörü arasında, bu
üretim faktörlerinin maliyet kısıtı altında, maksimum üretimi sağlayan faktör
bileşimini seçmesi ile gerçekleşir. Tam rekabetçi denge modelinde, tüketiciler,
fayda maksimizasyonu yaptıkları mal/hizmet bileşimi ile, üreticilerin maliyet
minimizasyonu yaptığı üretim miktarları eşit değilse, yani herhangi bir nedenle
arz fazlası veya talep fazlası varsa, fiyatlar aşağıya veya yukarıya doğru
hareket ederek dengeyi sağlarlar. Kısaca, fiyat mekanizması, bu miktarların
denge üretim miktarları olmasını yani arz ve talebin
eşitenmesini sağlamak.
Pareto Optimallik Kriterleri
Piyasa mekanizmasının işleyişi sonucunda ortaya çıkan kaynak
dağılımının etkin 1 olup olmadığına ilişkin temel kriter, Pareto optimallik
kriteridir. Buna göre, eğer, kaynakları yeniden dağıtarak, hiç kimsenin
refahını azaltmadan en az bir bireyin refahını artırmak mümkün değil ise,
kaynak dağılımı Pareto optimaldir. 0 halde, Pareto optimallik noktalarına
varılması aşamasına kadar yapılan her iyileştirme Pareto iyileştirme olacaktır.
Örneğin, bir ülkede yeni maden kaynaklarını harekete geçirerek daha fazla metal
boru Üretilebiliyor ise bu bir Pareto iyileştirmedir. Ancak, artık, mevcut
kaynaklar ile daha fazla metal boru üretmek için, örneğin, otomobil üretiminden
vazgeçmek gerekiyor ise (diğer herşey sabit iken) Pareto optimum bir duruma
varılmış olduğunu söyleyebiliriz. Pareto
optimallik koşulları değişimde etkinlik üretimde etkinlik ve ürün karması olmak
üzere üç düzeyde incelenmektedir.
PİYASA EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ MODELi VE TOPLUMSAL REFAHIN
ENÇOKLAŞTIRILMASI
ı Tam rekabet koşulları altında varılan her rekabetçi denge
aynı zamanda bir Pareto optimallik noktası olması, refah ekonomisinin birinci
temel teoremi olarak adlandırılır. Ekonomide, Pareto etkin olmayan bir noktadan
Pareto etkin bir noktaya hareket ederken, yani bir Pareto iyileştirme yaparken,
bu iyileştirme gerçek Pareto veya potansiyel Pareto iyileştirme şeklinde
olabilir. Gerçek Pareto iyileştirmenin anlamı, Pareto optimal bir dağılıma, hiç
kimsenin refahını azaltmadan ulaşmaktır. Potansiyel Pareto iyileştirmede ise,
Pareto etkin olmayan bir noktadan Pareto etkin bir noktaya bir bireyin refahını
azaltmak pahasına ulaşılır.
SOSYAL REFAH FONKSİYONLARI
Pareto optimallik koşulları, bir ekonomide kaynakların en
verimli oldukları alanlarda kullanılmaları gerektiğini gösterir. Ancak, bunun
sonucunda ortaya çıkacak olan gelir dağılımının adil olup olmayacağı konusunda
herhangi bir ipucu vermez. Piyasa mekanizmasının işleyişi sonucunda, bazı
bireyler veya gruplar daha zengin, bazıları daha fakir kalabilirler.
Neoklasik ekonomi teorisi ve günümüzde bu teoriye dayanan
liberal ekonomi anlayışı, devletin gelir dağılımını düzeltmek için fiyatlara
(gerek malların gerekse üretim faktörlerinin) müdahale etmesine kesinlikle
karşıdır.
Gelir dağılımının adil olmayan sonuçlar verdiği bir piyasa
işleyişinde devletin müdahale biçimi nasıl olmalıdır?
işte bu noktada, şu sorular ortaya çıkmaktadır: “Toplum
tarafından istenen gelir dağılımı nasıl bir gelir dağılımı olmalıdır?” veya
“Bir gelir dağılımının adil olup olmadığına hangi kriterlere göre karar
verilmelidir?” Bu sorulara verilen cevaplar bizi sosyal refah fonksiyonu
kavramına götürmektedir. Bu çerçevede başlıca iki tür sosyal refah fonksiyonu
tanımlanmaktadır. Faydacı sosyal refah fonksiyonu ve Rawls’çu sosyal refah
fonksiyonu.
Faydacı (Bentham) Sosyal Refah Fonksiyonu
19.Yüzyıl filozoflarından Jeremy Bentham (1744- 1832), refah
ekonomisinin felsefi temelini
oluşturan faydacı felsefenin kurucusudur. Faydacı felsefe,
üç temel ilkeye dayanır. Birinci ilkeye göre, toplumun bir sosyal durumdan
birdiğer sosyal duruma geçmesinin iyi ya da kötü olarak değerlendirilmesi bu
durumun bireylere sağladığı refah ile ölçülür. Ikinci ilkeye göre, sonuç önemlidir;
herhangi bir sosyal durum yarattığı sonuç ile değerlendirilir. Eğer sonuçta
toplam refah artıyorsa o durum iyi kabul edilir. Üçüncü ilkeye göre ise,
toplumun refahı tek tek bireylerin faydalarını n toplamına eşittir. Herhangi
bir politika sonucunda, bazı bireylerin faydası azalmış olsa dahi, toplam fayda
artıyor ise bu durum, toplum tarafından kabul edilebilir bir politika
olmalıdır. Bu son ilke klasik faydacı görüşün en temel ilkesidir. Faydaların
toplanması, faydaların ölçülebilir ve karşılaştırılabilir olduğu kabulüne
dayanmaktadır ki refah ekonomisi 1930’lu yıllara kadar bu ilkeyi kabul
etmiştir.
Daha sonraları, yeni refah ekonomisi içinde faydaların
ölçülebilir ve karşılaştırılabilir değil, sıralanabilir olduğu görüşü giderek
daha fazla kabul görmeye başlamıştır. Sosyal refah fonksiyonları da, bireylerin
faydalarını gösteren kayıtsızlık eğrileri gibi, toplumun farklı sosyal durumlar
arasındaki tercihlerini gösteren sosyal kayıtsızlık eğri le ri d ir.
Sosyal refah
fonksiyonu, birinci bireyin faydası ile ikinci bireyin faydası arasında
kayıtsız olduğu noktaları gösteren bir refah
fonksiyonudur. Bu tür klasik sosyal refah fonksiyonu, Bergson-Samuelson
soysal refah fonksiyonu olarak anılır. Bergson Samuelson sosyal refah
fonksiyonunun Bentham tipi sosyal refah fonksiyonundan tek farkı, sosyal
refahın bireylerin faydalarının toplanması ile değil, toplumun tercih
sıralanması ile bulunmasıdır.
Rawls’çu Sosyal Refah Fonksiyonu
Bir filozof ve hukukçu olan John Rawls (1921- 2002),
ekonomistlerin ve maliyecilerın uzun zamandır arayış içinde oldukları bir
adalet kıstasına cevap getirmiştir. Bir sosyal politika değişikliği, toplumda
bazı bireylerin refahını artırırken bazılarınınkini azaltıyorsa, bunun adil
olup olmadığına nasıl karar verilecektir? Rawls’a göre, bir politika, toplumda
en kötü durumdaki bireylerin refahını artırıyor ise bu kabul edilebilir bir
politikadır. Bu sonuç, Rawls’un kendi adalet teorisi içinde belirli
varsayımlardan yola çıkarak ulaştığı bir ilkedir (farklılık ilkesi).
Toplumda A bireyinin refahı 200, B bireyinin refahı 400
birim olsun. Uygulanan sosyal veya ekonomik bir politika sonucunda A, 250 birim
faydaya ulaşırken, B, 300 birim fayda düzeyine iniyor ise, bu durum Bentham’cı
sosyal refah fonksiyonuna göre kabul edilemez, Rawls’çu sosyal refah
fonksiyonuna göre ise kabul edilebilir bir durumdur.
ÜNİTE -3-
PİYASA AKSAKLIKLARI VE DEVLETİN EKONOMİK RASYONELİ
Piyasalar, belirli varsayımlar ve koşullar altında,
kaynakları en etkin dağıtan mekanizma olarak görülmektedir. Ancak, bu koşullar
her zaman geçerli olmamaktadır. Eğer böyle olsaydı, ekonomik anlamda devletin
varlığına gerek olmazdı. Piyasa aksaklıkları olarak adlandırılan durumlarda,
piyasa ya hiç çalışmaz, ya da Pareto optimumu dışında sonuçlar
yaratır; öyle ki özel optimum ile sosyal optimum farklı noktalarda oluşur.
DEVLETİN EKONOMİK FONKSİYONLARI
Piyasa ekonomisinin
kurumları ve kuralları ile son derece gelişmiş olduğu toplumlarda bile, mutlaka
kamu kesiminin ve kamu ekonomisinin ekonomide belirli bir orana sahip olduğunu
görmekteyiz. Bunun nedeni, bazı hizmetlerin piyasa içinde arzının mümkün
olmaması veya kollektif olarak arzının daha etkin olmasıdır.
Devletin ekonomideki payı, ülkelerin tarihsel olarak sahip
oldukları siyasi, sosyolojik ve diğer
özelliklere bağlı olarak değişiklikler gösterebilir.
Piyasa aksaklıkları, neoklasik temele dayanan maliye
teorisinin analiz alanı içinde, devletin varlık nedeni olarak ortaya
çıkmaktadır. Buna göre etkin kaynak ayırımını sağlayan mekanizma esas olarak
piyasadır, ancak piyasa mekanizmasının aksadığı durumlarda kamu ekonomisi
ortaya çıkmaktadır.
DEVLETİN EKONOMİK FONKSİYONLARI
Kamu maliyesinin önemli teorisyenlerinden R. Musgrave’in
devletin fonksiyonlarına ilişkin olarak yaptığı aşağıdaki sınıflandırma maliye
yazınında oldukça önemli ve yol açıcı olmuştur.
DEVLETİN KAYNAK AYIRIM INA İLİŞKiN ROLÜ
Bir piyasa ekonomisinde, devletin kaynak ayırımı üzerindeki
rolü, piyasa aksaklıkları ile birlikte ortaya çıkar. Piyasa mekanizmasının bazı
hizmetlerin üretilmesi ya hiç mümkün olmaz veya üretilen hizmetin düzeyi sosyal
optimumun altında veya üstünde olabilir. Piyasa mekanizmasının etkin kaynak
ayırımını sağlayamaması birçok nedene bağlı olabilir. Aşağıda bunlar daha
yakından incelenmektedir.
Piyasa mekanizması kaynak ayırımında etkinliği sağlıyor olsa
bile, bunun sonucunda ortaya çıkan gelir dağılımı, kabul edilen herhangi bir
adalet ölçüsüne göre, adil olmayabilir. Çoğu zaman, kaynakların etkin, yani en
verimli oldukları alanlarda kullanılmasını sağlayan durum, gelir dağılımında
bozulmaya ve adaletsizliğe yol açmaktadır. Ünite 2’de gördüğümüz gibi,
neoklasik ekonomi teorisine dayalı refah ekonomisinin ikinci temel teoremi,
devlete gelir dağılımını düzeltme rolü vermekte, ancak, bunu kaynak ayırımını
bozmadan yapması için bazı koşullar öne sürmekteydi. Örneğin, tek bir malı
vergilendirmek mallar arasındaki dengeyi bozacak veya ücretleri yüksek oranda
vergilendirmek insanları çalışmaktan alıkoyabilecektir.
Piyasanın bazı bireyleri daha zengin, bazı bireyleri daha
fakir yapması kuvvetli bir ihtimal olarak her zaman vardır. Demokratik
toplumlarda, bu durumun ortaya çıkmaması veya ortaya çıktıktan sonra
düzeltilmesi için bazı kurumsal
düzenlemeler yapılmıştır.
DEVLETİN GELİR
DAĞILIMINA İLİŞKİN ROLÜ
Bilindiği gibi, piyasa, devletin hiçbir müdahalesi olmadığı
durumda, belirli bir gelir dağılımı yaratmaktadır. Buna fak törel gelir
dağılımı veya birincil gelir dağılımı adı verilmektedir. Bu aşamada, üretim
sürecine katılan üretim faktörleri üretim sonucunda kendi faktör paylarını gelir
olarak almaktadırlar. Devlet, bu birincil aşamada gelir dağılımına bazı
araçlarla müdahale edebilir. Devlet, bu aşamada gelir dağılımını vergi ve
sübvansiyon gibi araçlarla değiştirebilir. Bu duruma gelirin yeniden dağılımı
veya ikincil gelir dağılımı adı verilmektedir.
Sonuç olarak, devletin gelir dağılımı rolü, gerek birincil
gerekse ikincil gelir dağılımı aşamasında ortaya çıkmaktadır. Her iki düzeyde,
gelir dağılımını istenilen düzeyde değiştirmek amacıyla kullanılan araçlar
farklılık göstermektedir.
PİYASA AKSAKLIKLARI
DEVLETİN MÜDAHELE ARAÇLARI
Bİrincil Gelir Dağılımı Araçları
Devletin, piyasaya, gelirin dağılması aşamasında müdahalesi
daha çok yasal düze nI e m e ler yapma yoi u yI a gerçekle ş ir. Birincil gelir
dağılımı, yani üretim faktörlerinin gelirden aldıkları paylar, özellikle emek
piyasasına ilişkin olarak yapılan yasal düzenlemeler ile etkili bir şekilde
değiştirilebilir ve tamamen piyasanın kendi işleyişine bırakıldığı duruma göre
daha adil bir gelir dağılımı elde edilebilir. Bunun en tipik örneği asgari
ücret yasaları olarak gösterilebilir. Bu uygulamayla devlet, ücretlerin belirli
bir düzeyin altına inmesine izin vermez ise, emek faktörünün geliri olan
ücretin milli gelir içindeki payını artırmış ve birincil gelir dağılımı
içindeki yerini düzeltmiş olacaktır. Birincil gelir dağılımı
aşamasında etkili olan bir diğer yasal düzenleme ise, devletin toprak reformu
yoluyla, önemli bir üretim faktörü olan
toprağın dağılımını değiştirmesidir.
Bilincil Gelir
Dağılımı Araçları
Devletin, piyasada oluşmuş olan gelir dağılımını bazı
araçlarla değiştirerek, daha adil kabul edilen bir gelir dağılımı oluşturması
ikincil gelir dağılımı olarak adlandırılır. kincil gelir dağılımının en önemli
araçları vergi ve sübvansiyonlardır. Devlet, bazı vergileme teknikleri ile
yüksek gelirli bireyleri daha fazla vergilendirebilir. Bu teknikler içinde en
çok kullanılanı artan oranlı vergi tarifesidir. Aynı zamanda muafiyet istisna
ve indirim gibi bazı tekniklerle, düşük
gelirlilerin çok az vergi ödemesi veya bazı ülkelerde hiç
ödememesi, bunun yanında çeşitli s ü b van si yon la rd an yararlanması,
gelirin yeniden dağılımı fonksiyon unu güçle n d i ren uygulama la rdı r. Devletin bireysel gelir dağılımını
değiştirmek için kullandığı araçlardan bir diğeri yoksullara yapılan sosyal
yardımlardır. Bu harcamalar kamu bütçesi
içinde sosyal transfer harcamaları olarak adlandırılır.
Bunlar nakdi (parasal) veya ayni (mal olarak) olabilir.
Bu destekler, birçok ülkede doğrudan gelir desteği
(özellikle tarım kesimi için), çocuk yardımları; eğitim, sağlık, sosyal
güvenlik hizmetlerinin ücretsiz sunulması şeklindedir.
DEVLETİN İSTİKRARA İLİŞKİN ROLÜ
istikrar fonksiyonu, piyasanın konjonktürel dalgalanmalara bağlı
olarak ortaya çıkan makro istikrarsızlıkların (enflasyon ve işsizlik gibi)
vergi ve harcama araçları ile giderilmesi olarak ifade edilebilir. Bilindiği
gibi, 1929 dünya ekonomik bunalımına kadar, devletin piyasalara hiçbir
müdahalesi olmaması gerektiği, piyasaların serbest rekabet ve fiyatlar
aracılığıyla kendiliğinden dengeye geleceği kabul edilmiş bir görüş idi. Ancak
büyük dünya buhranından sonra, bu görüş terk edildi ve ekonomistler arasında
devletin istikrarsızlıkları önleyici rolü olduğu görüşü yerleşmeye başladı.
Bilindiği gibi, ünlü ekonomist J.M.Keynes (1883-1946) tarafından bu dönemde
ortaya atılmış bulunan Genel Denge Teorisi’nin bu değişim üzerinde büyük etkisi
olmuştur. Ekonominin canlanma Dönemlerinde ortaya çıkan Sorusu talep artışı ve enflasyonist baskıları vergiler artırılarak
ve/veya harcamalar kısılarak dizginlenebilir. Resesyon dönemlerinde ortaya
çıkan talep yavaşlaması ise vergiler düşürülerek ve/veya harcamalar artırılarak
canlandırabilir.
ÜNİTE -4-
KAMU MALLARI
Kamu malları, piyasa aksaklıkları içinde devletin varlığını
en çok gerekli kılan durumlardan bir tanesidir. Kamu mallarında devlet, fiilen
bir hizmet üretmekte veya hizmetin üretimini örgütlemektedir. Ancak kamu
mallarında, hangi maldan ne miktarda üretileceği ve bunların
finansmanının nasıl sağlanacağı konusu özel
mallardan tamamen farklıdır. Pareto optimalitesi koşulları
açısından da önemli farklar bulunmaktadır.
KAMU MALLARININ SINIFLANDIRILMASINA İLİŞKİN KRİTERLER
VE KAMU MALLARI TANIMLARI
Piyasa aksaklıkları içinde yer alan kamu malları durumu,
devletin, kamusal karar alma süreci içinde merkezi veya yerel düzeyde
örgütlenerek bu mal ve hizmetleri sunması gereğini ortaya çıkarır. Hangi
özelliklere sahip olan mallar kamu ekonomisi içinde üretilmelidir? Bu sorunun
yanıtını ararken, malları özelliklerine göre sınıflandırmamızı sağlayacak olan
bazı kriterler kullanmamız faydalı olacaktır.
Kamu Mallarının Sınıflandırılmasına Ilişkin Kriterler
jamu mallarının sınıflandırılmasında kullanılan başlıca iki
kriter vardır:
• Tüketimden mahrum bırakmanın mümkün olup olmaması
(dışlanamama)
• Tüketimde rekabet olup olmaması (ortak tüketim)
Tüketimden Mahrum Bırakılamama Özelliği
Tüketimden dışlanabilirlik, bir malın bedelini ödemeyen
bireyin o malın tüketiminden mahrum bırakılabilmesidir. Bir malın piyasa
tarafından üretilebilmesi için bu özelliğin olması zorunludur. Kamu malları bir
bütün olarak topluma sunuldukları için ve bir kez sunulduktan sonra herkes
tarafından ortak olarak tüketildikleri için bedel ödemeyen tüketimden
dışlanamaz. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, kamu mallarından eş
miktarda tüketimin, herkesin eşit fayda sağladığı anlamına gelmediğidir. Kamu
mallarından bazı bireyler çok yüksek fayda elde ederken, bazıları daha düşük
fayda elde edebilir; hatta bazı bireyler hiç fayda elde etmeyebilir.
Kamu mallarında tüketimden mahrum bırakma olmadığı için,
bireyler bedel ödemeye istekli olmaz, yani bedavacılık (free rider) problemi
ortaya çıkar. Bireylerin taleplerini açıklamaları için hiçbir güdü yoktur. Bu
durumda, piyasa mekanizması işlemez. Bu duruma örnek olarak bir sokak lambasını
gösterebiliriz. Sokak lambası bir kere sunulduğunda, bundan herkes az ya da çok
düzeyde fayda sağlayabilir. Bu hizmet özel sektör tarafından sunulabilir mi?
Hayır, çünkü bu hizmet için fiyatlandırma yapılamaz, bunun
nedeni bedel ödemeyenin de
bu hizmeti kullanabilmesidir.
Tüketimden Mahrum Bırakılamama Özelliği
Bazı durumlarda dışlama teknik olarak yapılabilir, ancak bu
çok maliyetli olabilir. Teknolojinin gelişmesi bazı durumlarda dışlanmayı
mümkün kılabilir veya dışlanma maliyetlerini düşürebilir. Örneğin, tipik bir
kamu malı özelliği taşıyan televizyon yayıncılığı kablolu veya şifreli yayın
teknolojisinin gelişmesi ile fiyatlandırılabilir hale
Tüketimde Rekabet Olmaması Özelliği
Kamu mallarının ikinci özelliği; tüketimde rekabet olmaması,
yani bir bireyin tüketimi sonucu elde ettiği faydanın ikinci bireyin faydasını
azaltmamasıdır. Oysa özel mallarda bu özellik kesin olarak mevcuttur. Örneğin
bir ekmeği bir birey tüketiyorsa aynı
ekmeği ikinci birey tüketemez.
Kamu mallarında ise, belirli bir kapasite noktasına kadar
bir bireyin tüketimi ikinci bir bireyin tüketimini
azaltmaz. Bu kapasite sonsuz ise tüketimde rekabet hiçbir
zaman yoktur. Tüketimde rekabet olmadığı sürece fiyatlandırma yaparak talebi
kısmak toplumsal refah açısından arzu edilir değildir. Çünkü, bu mallardan ne
kadar çok birey faydalanırsa toplumsal
refah o kadar artacaktır.
Tam Kamusal Mallar
Bir mal, aynı anda, mahrum bırakılamama ve rekabet olmaması
özelliklerinden ikisine birden sahip olabilir. Bu tür hizmetler için tam
kamusal mal tanımlaması yapılmaktadır. Tam kamusal malların sunulmasında ortaya
çıkan en önemli konu bedavacılık sorunudur. Bedavacılık, kamu mallarının
tüketiminden bedel ödemeyenlerin mahrum
bırakılamaması sonucunda ortaya çıkan bir sorundur. Bu durumda söz konusu mal
ya hiç üretilemez veya optimal düzeyin altında üretilir. Daha öncede belirtildiği gibi neoklasik
ekonomi teorisinde yer alan görünmez el hipotezine göre her rasyonel birey
kendi çıkarını maksimum kıldığı sürece tüm toplumun faydası en yüksek düzeyde
olacaktır. Oysa kamu ekonomisinde böyle bir işleyiş geçerli değildir. Birey,
sadece kendi çıkarı peşinde koşar ve bedavacılık yaparsa, bundan tüm toplum ve
dolayısıyla kendisi de zarar görecektir.
tak Mülkiyet Kaynakları
Tüketimden mahrum
bırakılamama durumu söz konusu olduğu halde, tüketimde rekabetin olduğu
durum ortak mülkiyet kaynakları olarak
nitelendirilen özel bir duruma işaret etmektedir. Burada kimse
tüketimden mahrum bırakılamaz, yani bedel ödetme mümkün değildir; ancak bir
bireyin bu kaynakları kullanımı diğerlerinin faydasını azaltır. Ortak mülkiyet
mallarına örnek olarak meralar, balık rezervleri gibi toplumun ortak
kullanımında olan mallar verilebilir.
Burada devletin rolü, aşırı kullanımı ve faydadaki azalmayı önleyecek
şekilde yasal düzenlemeler yapmaktır
Fiyatlandırılabilir Kamusal Mallar
Bazı mallarda tüketimden mahrum bırakma özelliği mevcut
olduğu halde tüketimde rekabet olmaması söz konusudur. Tüketimden mahrum
bırakmanın mümkün olduğu durumlarda bir hizmetin arzı teknik olarak özel
sektöre bırakılabilir, ancak tüketimde rekabet yoksa, yani ilave bir kullanımın
maliyeti sıfır ise, bu durum sosyal optimuma uygun değildir. 0 halde, sosyal
optimumun sağlanması için, kapasite noktasına kadar fiyatlama yapmamak,
kapasite noktasından sonra ise, yukarıda açıklandığı gibi, kamusal
fiyatlandırma teknikleri kullanmak veya kapasite artışı sağlamak gerekir.
Erdemli Mallar
Bazı mallar yukarıdaki sınıflandırmaya göre özel mal
kategorisinde olduğu halde, devlet tarafından üretilir veya finansmanı
sağlanır. Devlet, bu mallar ihtiyaçlar için gerekli olduğu halde, çeşitli
nedenlerle (eğitimsizlik veya yoksulluk gibi) tüketilmediği için müdahalede
bulunur. Örneğin, çocuklara süt dağıtılması veya aşı kampanyaları yapılması
erdemli mallar arasında sayılabilir.
Kulüp Malları
Kulüp malları teorisine göre, bazı ihtiyaçların ortak olarak
sağlanması maliyetleri düşürüyor ve etkinlik yaratıyor ise, kullanıcılar bu
malların arzını kulüp şeklinde organize edebilirler. Kulüp malları, yukarıda
belirttiğimiz sınıflandırmaya göre, tüketimden mahrum bırakılma özelliğine
sahip olduğu halde, belirli bir kapasite noktasına kadar tüketimde rekabet
olmayan mallardır. Kulüp mallarında, bir bedel ödeme kulübe üye olma şeklinde
gerçekleşmektedir.
Aynı hizmeti talep eden bireyler bir araya gelerek bir kulüp
oluşturacak ve söz konusu hizmeti daha düşük maliyetler ile elde edeceklerdir.
Burada önemli olan husus, kulübün
optimal büyüklüğünün ne olacağıdır.
Bir diğer kamusal mal ise, yukarıdaki sınıflandırmaya göre, gerçekte
özel mal olduğu halde, özel faydası yanında topluma yayılan bir faydası da
olduğu için karma mal sayılan mallardır. Çünkü, bu topluma yayılan fayda tam
kamusal mal niteliğindedir, yani fiyatlandırılamaz ve tüketimde rekabet yoktur.
0 halde bu tür malların bir bölümü özel mal, bir bölümü ise kamu malı
niteliğindedir. Böyle mallara yarı kamusal mallar veya karma mallar adı
verilmektedir.
Uluslararası Kamusal Mallar
Uluslararası kamusal mallar, tam kamusal mallar gibi,
tüketimde rekabet olmaması ve tüketimden mahrum
bırakılamama gibi iki kriteri de sağlamaktadır ve bu anlamda tam kamusal
mal tanımına girmektedirler. Ancak, bunlara ilave olarak, bu mallar, faydasının
yayılma alanı tek bir ülkeden çok daha büyük bir alanı kapsayan mallardır.
Özellikle çevresel sorunların global nitelik kazanması ile bu sorunların
giderilmesine yönelik hizmetler de uluslararası kamusal mal niteliğindedir.
Çünkü, hizmetlerin faydalarının yayılma alanı birden fazla ülkeyi hatta bazı
durumlarda bütün yerküreyi kapsamaktadır.
Uluslararası kamu mallarına örnek olarak, uluslararası barış
için gerekli hizmetler, haberleşme sistemleri, bilimsel gelişmeler ve
teknoloji, salgın ve bulaşıcı hastalıkların önlenmesi için uluslararası Sağlık
hizmetleri verilebilir. Bu hizmetlerin
sağlanması için gerekli olan hizmet birimi tek tek devletler değil
uluslar üstü bir birim olmalıdır. Günümüzde, Dünya Sağlık Örgütü ve BM Barış
Gücü gibi bazı uluslararası kuruluşlar bu rolleri üstlenmektedir.
KAMU MALLARI ÜRETİM
SÜRECİ
Kamu Malları Üretim Süreci ile Piyasa Sürecinin
Karşılaştırılması
Kamu mallarının devlet tarafından kamu ekonomisi içinde
Üretilmesi süreci, piyasanın işleyiş sürecinden tamamen farklıdır. Bu fark,
daha öncede belirttiğimiz gibi, kamu mallarının özelliklerinden, taleplerinin
bildirilmesinden ve finansman biçimlerinden kaynaklanmaktadır.
Ancak, piyasanın ve kamu ekonomisinin bir arada bulunduğu
bütün ülkelerde, bu iki alan arasında çok temel bazı farklar olduğunu
söyleyebiliriz. Aşağıda bu farkların neler olduğu açıklanmaktadır:
Kamu Malları Üretim Sürecine İki Farklı Yaklaşım
Devletin hangi amaçlar için çalıştığı çeşitli maliye teorisi
ekolleri tarafından farklı olarak ele
alınmaktadır. Devletin varlığını piyasa aksaklıkları ile
açıklayan geleneksel maliye teorisine göre,
devletin tek bir amacı vardır. Bu amaç, toplumun refahını en
üst düzeyde gerçekleştirecek olanların
yapılması, yani piyasa aksaklıklarının giderilmesidir. Bu
normatif teori, devleti iyi devlet
olarak modelleştirmektedir. İkinci olarak, bu teoriye alternatif olan ve devleti farklı bir
şekilde
modelleştiren kamusal seçiş teorisinden söz edilebilir. Bu
teoriye göre devlet, toplumun refahı ırma
için çalışan ve toplumun üstünde bir birim değildir.
Tam tersine, kendi amaç fonksiyonlarını maksimum kılma
amacıyla çalışan aktörlerdeki oluşan bir yapıdır. Bu aktörler politikacılar ve
bürokratlardır. Politikacıların amacı oy maksimizasyonu yapmak, yani
kendilerine en çok oyu sağlayacak hizmetleri yerine getirmektir. Bürokratların
amacı ise, kendi etki alanlarını genişletmektir. Kamusal seçiş teorisine göre,
devlet, geleneksel maliye teorisinin varsaydığı gibi, toplumun refahını
gözetemez. Sonuç olarak kamusal seçiş teorisine göre, devlet aksaklıkları
doğmaktadır.
KAMU MALLARININ ETKİN ÜRETİM DÜZEYİ
Kamu ekonomisinin işleyiş sürecini, piyasa benzeri bir model
ile açıklamaya çalışan ekonomistlerin önerdikleri iki önemli model olarak Erik
R. Lindahl’ in (1891-1960) ve Paul Samuelson’ un (1915-....) modellerinden söz
edilmektedir.
Lindahl Modeli Samuelsorı Modeli
ÜNİTE -5-
DIŞSALLIKLAR
Dışsallıkların söz konusu olduğu bir durumda üretim tümüyle
piyasa mekanizmasına bırakılırsa optimal kaynak ayırımı
gerçekleşmemektedir. 0 zaman böyle bir durumda devletin
müdahalesiyle optimal kaynak ayırımına ulaşılıp ulaşılamayacağı sorusu önem
kazanmaktadır.
DIŞSALLIKLARIN ÖNEMİ
Dışsallık, bir ekonomik birimin yürüttüğü faaliyetin başka
bir ekonomik birime herhangi bir karşılık (fiyat) söz konusu olmaksızın
sağladığı fayda ya da yüklediği maliyettir. Tipik özel mal ve hizmetlerde
dışsallık yoktur ya da yok denecek kadar azdır. Örneğin, bir bireyin yemek
yemesi, aldığı kazak ya da ayakkabıyı kullanması, tipik özel mal ve hizmet
kategorisine girmektedir. Bilindiği gibi, bu mal ve hizmetlerde tüketimin
faydası sadece tüketiciye gitmekte.
Biraz önce belirtildiği gibi, dışsallıklar bir üretim ya da
tüketim faaliyeti üzerinde faydalı etkiler yaratarak olumlu dışsallık (dış
fayda, dışsal fayda) olarak adlandırılırken, diğerleri zararlı etkiler
yaratarak olumsuz dışsallık (dış maliyet, dışsal zarar) olarak
adlandırılmaktadır. Dış maliyet bir üretim ya da tüketim faaliyetine doğrudan
taraf olmayan üçüncü bireylere, herhangi bir ödeme olmaksızın yüklenen
maliyettir. Bir çimento fabrikasından çıkan tozlar ve gazların, çevredeki
tarımsal alanlarda üretimi düşürmesi örnek gösterilebilir. Bu, bir üretim
faaliyetinden kaynaklanan ve başka bir üretim faaliyetini etkileyen bir dış
maliyettir. Aynı çimento fabrikasından kaynaklanan tozlar ve gazlar çevrede evi
ya da bahçesi olanların çay içme keyfini veya sağlıklarını olumsuz
etkileyebilir. Bu da üretimden kaynaklanıp tüketimi etkileyen bir dış
maliyettir.
Bir caddede gece otomobil yarışı yapanların gürültüsü ya da
konutlarla çevrili bir bölgede bulunan bir diskotekte sabaha kadar yüksek sesle
müzik çalınması da dış maliyet örnekleridir. Öte yandan bütün dünyayı ve dünya
nüfusunu ilgilendiren bir örnek ise global ısınmaya neden olan ozon tabakası
ile ilgilidir.
DIŞSALLIKLARIN ÖNEMİ
Dış fayda da ise, bir üretim ya da tüketim faaliyeti,
herhangi bir karşılık ödenmeksizin başka bir üretim ya da tüketim faaliyetine
olumlu etkiler yapmaktadır. Örneğin, bulaşıcı hastalığa karşı aşı olan bir
birey kendini koruduğu gibi, taşıyıcı olma olasılığı ortadan kalktığı için
başkalarını da korumuş olmaktadır. Eğitim sürecinde (özellikle temel öğretimde)
yurttaşların adalet anlayışı, hoşgörü gibi erdemleri kazanmaları, toplumsal
yaşamın temel kurallarını öğrenmeleri diğer bireyleri ve tüm toplumu da olumlu
etkilemekte, burada da bir dış fayda söz konusu olmaktadır.
Daha önce de ifade edildiği gibi dışsallıkların, söz konusu
olduğu bir durumda üretim tümüyle piyasa mekanizmasına bırakılırsa, optimal
kaynak ayırımı gerçekleşememektedir. Çünkü, örneğin, maliyetin söz konusu
olduğu bir durumda, piyasaya hiçbir müdahalede bulunulmazsa, aşırı üretim
sorunu doğmakta, yani, üretim optimal üretim düzeyinin üzerinde olmaktadır. Dış
faydanın söz konusu olduğu bir durumda ise, piyasaya hiçbir müdahalede
bulunulmazsa, eksik üretim sorunu doğmakta, yani, üretim optimal miktarın
altında olmaktadır.
Dışsallıkların iki türünden biri olan dış maliyet, daha sık
karşılaştığımız bir sorundur. Dış maliyetin kaynağı bazen bir tüketim faaliyeti
de olabilir, ancak daha yaygın olarak bir üretim faaliyetidir.
DIŞ MALİYET
Şekilde, dış maliyetin birim başına sabit olduğu kabul
edilmişti. Ancak, belli bir üretim miktarına kadar dış maliyetin doğmadığı,
ancak, bu üretim miktarından sonra üretilen birim başına dış maliyetin giderek
büyüdüğü kabul edildiğinde de sorun ve çözüm aynıdır. Yine hiç müdahale
edilmediğinde piyasa mekanizması aşırı üretimle sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla
yapılacak müdahalenin amacı aşırı üretimi aşağıya çekmek olacaktır.
Dış maliyet örneğinde dikkat edilmesi gereken nokta, aşırı
üretim düzeyinden optimal üretim
düzeyine çekilmesi, ancak sıfıra indirilmesidir. Bir başka deyişle,
dış maliyete yol açan üretimin tümüyle
durdurulması gerekmemekte, üretimin optimal düzeye çekilmesi
yeterli olmaktadır.
Yukarıda dış maliyetin olduğu durumlarda piyasa
mekanizmasının optımal kaynak ayırımını gerçekleştirmekte yetersiz kalması sorunu
incelendi. Bu aşamada sorulması gereken soru, dışsallık karşısında devletin,
rasyonel bir müdahaleyle, optimal kaynak dağılımına ulaşılmasını sağlayıp
sağlayamayacağıdır. Bu sorunun yanıtı, en azından teorik düzeyde, olumludur.
Dışsallık karşısında devlet müdahalesiyle kaynak ayırımı optimal düzeye
çekilebilir. Aşağıda bunun gerçekleştirilebilmesi için devlet müdahalesinde ne
gibi yöntemlerin uygulanabileceği konusu açıklanmaktadır.
DIŞ MALİYET
KARŞISINDA DEVLET MÜDAHALESİ
Dış maliyet karşısında devlet farklı yöntemlere
başvurabilmektedir. Burada başlıca üç yöntem üzerinde durulacaktır. Bunlar,
fiziksel sınırlama, vergi ve mülkiyet hakkının düzenlen m es idi r.
Fiziksel Sınırlamalar Dış maliyetin en yaygın türü çevre
kirlenmesidir. Çevre kirlenmesinin en çok rastlanan tipi ise üretimden
kaynaklanan dış maliyettir. Bilindiği gibi, bir üretim süreci sonucunda bir mal
ya da hizmet elde edilirken, üretim süreci sonucunda ortaya çıkan atıklar
çevreye atılmaktadır. Atıkların yaratacağı zararlar, yani dış maliyetler
değişik türde olabilmektedir. Örneğin, çevre kirlenmesi nedeniyle ölümler
artabilir, ortalama yaşam süresi kısalabilir, belirli hastalıkların sıklığı
artabilir ve bu nedenle çalışılan iş günü sayısı azalabilir, işgücünün
verimliliği düşebilir.
Fiziksel Sınırlamalar
Fiziksel sınırlama yönteminde, öncelikle, dış maliyetin
ortaya çıkış biçiminin ve etkilerinin bilinmesi gerekmekte, bu bilgilerin
ışığında, çevre kirlenmesini azaltacak, gerekli görüldüğü takdirde durduracak
fiziksel sınırlamalar getirilmektedir. Örneğin, bu yöntemle belirli üretim
faaliyetleri tümüyle yasaklanabilir ya da bu faaliyetlerin yürütülebileceği
yerler sınırlanabilir. Veya alternatif olarak, belirli atıkların atılması
yasaklanabilir ya da koşullara bağlanabilir. Filtre kullanma zorunluluğu ya da
bacanın en az belirli bir yükseklikte olması gibi koşullar konabilir. Diğer bir
önlem olarak, belirli girdilerin (örneğin, belirli kömür türlerinin) kullanımı
yasaklanabilir.
Fiziksel sınırlamalar çoğunlukla açık ve nettir, uygulanması
görece kolaydır. Ancak, bu yöntemin zayıf yönü, firmalar ve mallar arasında bir
ayrım yapmamasıdır. Örneğin, küçük ölçekli firmalar ile yüksek olan firmalar
aynı sınırlamaya tabi olmaktadır. Böyle bir yaklaşımla optimal kaynak ayırımına
yaklaşılabilir, ancak, tam olarak ulaşılması çok güçtür.
Vergi
Vergilerle yapılacak müdahalenin çıkış noktası, dış
maliyetin özel maliyetlere eklenmesidir. Bir başka deyişle, vergi kullanılarak
dış maliyet içselleştirilmekte ve hesaba katılmış olmaktadır. Örneğin, dış
maliyetin üretilen birim başına sabit kaldığı bir durumda, uygulanacak vergi,
spesifik nitelikte (birim üzerinden alınan) bir dolaylı vergi olmalıdır.
Burada, verginin en önemli etkisi üretim miktarını optimal düzeye çekmek
olacaktır. Vergi, arz ve talep esnekliklerine bağlı olarak bir bölümüyle
alıcıya yansıyacak, bir bölümüyle de endüstrideki üretim faktörleri üzerinde
kalacaktır. Aşağıda bu süreç Şekil 5.3 yardımıyla incelenmektedir:
Sürmekte olan dış
maliyete katlananlar hl bir kayıpla karşı karşıyadır. işte, sürmekte olan dış
maliyete eşit bir vergi toplanarak ve bu vergi dış maliyete katlananlara
aktarılarak, söz konusu zarar tazmin edilmiş olmaktadır. Kağıt üzerinde yeterli
gözüken bu çözümün uygulamada önemli engellerle karşılaşması mümkündür. Birinci
olarak, kullandığımız basitleştirici varsayım (dış maliyetin üretim birimi
başına sabit oluşu) geçerli olmayabilir.
ikincisi, dış maliyeti ölçmek olanaksız olabilir. Üçüncü olarak, vergiyi
toplamanın ve zarara uğrayanlara dağıtmanın bir maliyeti olacağından dış
maliyete eşit bir tutar ödeyebilmek için toplanması gerekli vergi tutarının dış
maliyetten büyük olması gerekmektedir.
Mülkiyet Hakkının Düzenlenmesi
Mülkiyet hakkının düzenlenmesi yöntemi, piyasanın başlangıç
koşullarını ya da oyun kurallarını belirlemek anlamına gelmektedir. Bu
belirlemeden sonra sorunun çözümü piyasa ilişkilerinden beklenecektir. Bu
yaklaşımı ilk ortaya atan, bir süre önce ekonomi alanında Nobel ödülü kazanmış
olan Ronald Coase’dur (1910-...). Coase yaklaşımında dışsallığın, olayın
tarafları arasındaki bir pazarlık ve alışverişle optimal çözüme bağlanabileceği
açıklanmaktadır. Olayın tarafları arasındaki alışverişte kimin kime ödeme
yapacağı ise, mülkiyet ve kullanım haklarının nasıl düzenlendiğine bağlı
olacaktır.
Örneğin, bir tarafta bir ya da birkaç çimento fabrikası,
öbür tarafta çimento fabrikasının dış maliyetine katlanan sebze üreticileri
kooperatifi olsun. Bu arada, dış maliyetin yıllık düzeyinin 100 milyar TL
olarak tahmin edildiği, çimento fabrikasının dış maliyeti tümüyle engelleyecek
bir önlem almasının mümkün olduğu ve bu önlemin yıllık maliyetinin de 60 milyar
TL olduğu kabul edilmektedir. Örnekte dış maliyete yol açan ve katlanan
tarafların sayılarının aşırı
olmadığı ve doğrudan ya da temsilcileri eliyle görüşme ve
pazarlık yapabildikleri varsayılmaktadır.
Mülkiyet ve kullanım
hakları yürürlükteki hukuk kurallarınca düzenlenmektedir. Bu konuda iki
olasılık vardır. Birinci olasılık, mevzuatın, kirletenin ödemesi ilkesine
dayanmasıdır. Anlaşılacağı gibi, bu olasılık sebze üreticilerini dış maliyete
karşı koruyucu niteliktedir. ikinci olarak, mevzuat çimento üretiminden yana
olabilir ve dış maliyetin tazminine olanak vermeyebilir. Bu iki olasılık
taraflar arasında alışveriş olanağı açısından farklı sonuçlar yaratacaktır.
Yukarıdaki örnek göz önüne alındığında, eğer, mevzuat sebze üreticilerini
koruyucu nitelikte ise, sebze üreticileri zararları kadar (100 milyar TL)
tazminat isteyebileceklerdir. Bu durumda, karşı taraf 100 milyar TL
ödemektense, kendisine 60 milyar TL maliyet yükleyen önlemi almayı
yeğleyecektir. Mülkiyet ve kullanım haklarının düzenlenişi sonucunda dış
maliyete neden olan taraf önlem almaya zorlanmış, ayrıca, 100 milyar TL
düzeyinde bir zarar 60 milyar TL tutarında bir miktarla önlenmiştir. Eğer,
önlem maliyeti, dış maliyetin üzerinde olsaydı, o zaman bir tazminat ödeme söz
konusu olabilecekti. Anlaşıldığı gibi, dış maliyete yol açan taraf, önündeki
iki seçeneğin maliyetlerini karşılaştırarak bir karara varmaktadır.
Şimdi de hukuksal düzenlemenin sebze üreticilerinden değil
de, çimento üreticilerinden yana olduğu düşünülürse. Bu durumda, sebze
üreticilerinin, 100 milyar TL’lık bir zarara katlanmak yerine 60 milyar TL’lık
önlem giderini finanse etmek istemeleri rasyonel olacaktır. Yıllık önlem maliyetinin
140 milyar TL olduğu varsayıldığında ise sebze üreticilerinin bu önlemi finanse
etmek yerine zarara katlanmaları daha rasyonel olmaktadır. Dış maliyetin özel
maliyetler gibi hesaba katılması, dış maliyeti, buna yol açan tarafın taşıması
demektir. Bu nedenle, mevzuatın genellikle dış maliyete katlananlardan yana
düzenlenmesi beklenmektedir.
Özet olarak devlet, müdahale ile oyunun kurallarını, yani
mülkiyet ve kullanım haklarını düzenlemekte, dış maliyet Sorununa çok genel bir
müdahalede bulunmakta, gerisini ise piyasa mekanizmasına bırakmaktadır. Ancak,
bu yaklaşımın uygulamada geçerli olabilmesi belirli koşullara bağlıdır.
Bunlardan birincisi ve en önemlisi, dışsallığın ölçülebilmesi, ikincisi,
tarafların görüşme ve pazarlık yapabilecek biçimde örgütlenebilmesi, üçüncüsü
ise işlem
(ölçme, görüşme, anlaşma) maliyetlerinin aşırı yüksek
olmamasıdır.
DIŞ FAYDA VE DEVLET MÜDAHALESİ
Bazı üretim ya da tüketim faaliyetlerinin dış fayda
yaratması ve bu faaliyetlere hiçbir müdahalede bulunulmadığı takdirde eksik
üretim sorununun doğurması olasıdır. Bilindiği gibi, bireylerin mal ve
hizmetlere ödemeye hazır oldukları fiyatları göstermekte ve bu fonksiyonun
temelinde bireylerin söz konusu mal ve hizmetten sağladıkları marjinal fayda
yatmaktadır. Diğer bir deyişle, talep fonksiyonu özel marjinal faydaya
dayanmaktadır. Eğer bir mal ya da hizmet A tarafından kullanılırken A dışındaki
bireylere de bir fayda sağlıyorsa, ancak, bunun karşılığında herhangi bir ödeme
söz konusu değilse, piyasa mekanizması dış faydayı göz önüne almayacaktır. Dış
faydanın göz önüne alınması demek, bunun marjinal faydaya eklenmesi demektir.
Böylece, bulunacak sosyal faydaya göre optimal üretim düzeyi de belirlenmiş
olmaktadır. Şekil 5.5’de dış faydanın
birim
başına sabit olduğunu kabul edilmektedir. Birim başına dış
faydanın sabit olması demek, özel marjinal faydaya dayanan talep fonksiyonuna
D, dış faydanın eklenmesi ve bu yolla bulunacak fonksiyonun D1’e paralel olması
demektir. D2 fonksiyonu sosyal faydayı (özel fayda + dış
fayda) yansıtmaktadır.
ÜNİTE -6-
No comments:
Post a Comment